Esra GÜREL ŞEN
Köşe Yazarı
Esra GÜREL ŞEN
 

CUMHURİYET’İN İKONOGRAFİSİ

CUMHURİYET’İN İKONOGRAFİSİ Kütahya Lisesi Edebiyat bölümü ikinci sınıfta okurken, Edebiyat hocamız Necla Hanım yaklaşan Cumhuriyet Bayramı nedeniyle kapsamlı bir ödev vermişti. Cumhuriyet’in ilan sürecini ve sonrasında yapılan değişiklikleri araştıracaktık. Belki de o güne kadar Cumhuriyet’in bir ilan süreci olduğu hiç aklıma gelmemişti. Çünkü biz bu yönetim şeklinin içine doğmuş ilk okuldan itibaren Vatan Millet Sakarya edebiyatı ile büyümüş sadece kahramanlıkları öğrenip yaşanılanların zorluğundan ve aslında Padişahlık gibi Monarşinin ağa babası bir sistemden Cumhuriyete geçişin ne kadar sancılı olabileceğini hiç öğrenmemiştik. Atatürk’ün devrimlerini altı maddede öğrenirken gerçek devrimin Cumhuriyetin ilanı olduğunu, “29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiştir,” cümlesinden anlamamıza imkan yoktu. İşte bu nedenle hocamızın verdiği ödev bence çok önemliydi. Bu konudaki kaynakları araştırmaya, babamın Tarih dergilerinden, evdeki ansiklopedilerden ve kütüphanedeki kitaplardan incelemeye başladım. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı o güne kadar Monarşiden başka bir rejim altında yaşamamış bir toplum için elbette kolay değildi. Tebaa olmaya alışkın insanlar için vatandaş olma fikri cazip gelse de korkutucuydu. Ancak Atatürk kararlıydı ve en yakın arkadaşlarını bile karşına almayı göze alarak Cumhuriyet düşüncesini meclise getirdi ve kabul edilmesini sağladı. O zaman hazırladığım ödevde bu dönemle ilgili şöyle cümleler kurmuştum.   “1923 Ekim ayı Ankara’da hükümet krizinin baş gösterdiği bir ay oldu. Mustafa Kemal tüm gelişmeleri yakından takip ediyor ancak sistemin isminin konmadan devam edilmesi halinde nasıl tıkanacağının ve Teşkilat-ı Esasiye Kanununda sistemin işleyişi hakkında gerekli düzeltmelerin yapılmasının zorunlu olduğunun anlaşılmasını istiyordu. Bu nedenle herhangi bir müdahalede bulunmuyor ve bekliyordu. Nihayet 28 Ekim akşamına kadar bu bekleyişi sürdürdü ve aynı gece kendisine yakın arkadaşlarını toplayarak o meşhur cümlesini kurdu, “Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.”   29 Ekim 1923 günü TBMM de bir takrir ile davet edildiği kürsüde yaptığı konuşmada Türkiye Devletinin yönetim biçiminin Cumhuriyet olmasını teklif etti.  Bu konuşmanın hemen ardından verilen kanun teklifinin ilk maddesinde yer alan, “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti, Cumhuriyettir,” ibaresi kabul edildi.”   Ben, aynı ödevde Cumhuriyet sonrası yapılan değişiklikleri araştırırken mekânsal değişiklikler üzerinde durmuş ve özellikle Ankara’nın başkent ilan edilmesiyle başlayan Cumhuriyete özgü imar değişikliklerini yazmıştım.   Elbette bu mekânsal değişiklikler ihtiyaçlara göre sadece Ankara ile sınırlı kalmamış ve yıllar içerisinde bütün ülke çapında artarak ve katlanarak devam etmiştir. Resmi kurum binaları, okullar, spor tesisleri, sanat ve kültür mekanları, parklar, şehir süslemeleri Cumhuriyetin modern anlayışına ve zamanın getirisine uygun olarak şekillendi. Cumhuriyet ruhu kendine özgü notalarla her yapıda her eserde kendini gösterdi. Türkiye’deki bütün şehirler gibi Kütahya’nın da bundan ayrı kalması düşünülemezdi ve kalmadı da. Her ulus devletin ikonografisini oluşturduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti ’de ikonografisini ulusal birlik ruhunu yansıtan savaşkanlığı, cesareti, üretkenliği, yaratıcılığı, kültürel zenginliği ve ulusal mitolojiyi, modernleşme yönündeki potansiyeli ve arzuyu temsil eden bir bakış açısı üzerine oluşturdu. Kullanılan figürlerden mekanların yerleşim biçimlerine, planlarına çeşitli sembollerin mekanlarda yer alış biçimlerine kadar Cumhuriyeti, kurucusunu ve hedeflerini bu mekanları kullananlara hatırlatacak şekilde gelişti. Bütün bu çalışmaların sonucu olarak Cumhuriyete ait bir tarz ve anlayış doğdu.   Son yıllarda maalesef, yukarıda anlatmaya çalıştığım Cumhuriyet tarzı ve anlayışını yok etme eğilimi bilinçli olarak uygulanmakta. Burada dile getirmekten büyük üzüntü duyacağım bir sebepten olmadığını ve sadece bir yeni bir moda yaratarak yandaşlara para kazandırma çabası olduğunu düşünmeyi ısrarla kendi aklıma kabul ettirmeye çalıştığım bu çabalar eminim sizleri de benim kadar yaralıyordur.   Okumayı yazmayı öğrendiğimiz, ilk gençlik günlerimizi yaşadığımız belki ilk maaşımızı koridorlarında aldığımız okulların, binaların yıkılması ve yerlerine yenilerinin konmayıp alakasız yerlerde çirkin ve devasa binalarla sözüm ona telafi edilmeye çalışılmaları eminim sizleri de benim kadar rahatsız ediyordur. Geçen gün sosyal medyada Kütahya’da Gazi Kemal İlkokulunun binasının yıkıldığı haberi için, “Geriye hoş bir seda kaldı,” diye yazılmış ne yazık ki ben bu hoş seda fikrine katılamıyorum geriye seda falan değil koskoca bir boşluk kalıyor maalesef. Çünkü yok edilen anılarımız, gençliğimiz, çocukluğumuz ve yakın tarihimiz.  Yok etmeden yapılabilecek pek çok şey varken inatla ve ısrarla yıkmanın ve unutturmaya çalışmanın seçilmesi ne yazık ki yukarıda yazdığım aklıma getirmemeye çalıştığım Cumhuriyet ürünlerinin yok edilmeye çalışıldığı gerçeğini biz inanmak ve görmek istemesek de önümüze seriveriyor.  Bizler yapılan bu sistemli yok etme işlemine sadece “Geride kalan hoş bir seda,” gibi romantik gözlemlerle bakmaya devam edersek bizim çağımızdan torunlarımıza hiçbir şey kalmayacak.  Cumhuriyet yapılarının genç, modern, üretken, umutlu ve cesaretli tarzının yerini devasa, şatafatlı ve görgüsüzlük timsali bir anlayışın alması umarım sadece beni üzmüyordur. Bu yıkımın sadece Kütahya’da değil ülkemizin pek çok yerinde hızla ve aceleyle gerçekleştirildiğini bildiğimden eğer şahsi tarihimize önem veriyorsak romantik bakışları bırakarak gerçek itirazlarla dokuz şiddetindeki bu depreme karşı çıkmalıyız diye düşünüyorum. Bunu yapmazsak korkarım bir müddet sonra Cumhuriyet Bayramlarımızı önünde gururla kutlayabileceğimiz binalarımız ve anılarımız kalmayacak.   29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

CUMHURİYET’İN İKONOGRAFİSİ

CUMHURİYET’İN İKONOGRAFİSİ

Kütahya Lisesi Edebiyat bölümü ikinci sınıfta okurken, Edebiyat hocamız Necla Hanım yaklaşan Cumhuriyet Bayramı nedeniyle kapsamlı bir ödev vermişti. Cumhuriyet’in ilan sürecini ve sonrasında yapılan değişiklikleri araştıracaktık. Belki de o güne kadar Cumhuriyet’in bir ilan süreci olduğu hiç aklıma gelmemişti. Çünkü biz bu yönetim şeklinin içine doğmuş ilk okuldan itibaren Vatan Millet Sakarya edebiyatı ile büyümüş sadece kahramanlıkları öğrenip yaşanılanların zorluğundan ve aslında Padişahlık gibi Monarşinin ağa babası bir sistemden Cumhuriyete geçişin ne kadar sancılı olabileceğini hiç öğrenmemiştik. Atatürk’ün devrimlerini altı maddede öğrenirken gerçek devrimin Cumhuriyetin ilanı olduğunu, “29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiştir,” cümlesinden anlamamıza imkan yoktu. İşte bu nedenle hocamızın verdiği ödev bence çok önemliydi. Bu konudaki kaynakları araştırmaya, babamın Tarih dergilerinden, evdeki ansiklopedilerden ve kütüphanedeki kitaplardan incelemeye başladım. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı o güne kadar Monarşiden başka bir rejim altında yaşamamış bir toplum için elbette kolay değildi. Tebaa olmaya alışkın insanlar için vatandaş olma fikri cazip gelse de korkutucuydu. Ancak Atatürk kararlıydı ve en yakın arkadaşlarını bile karşına almayı göze alarak Cumhuriyet düşüncesini meclise getirdi ve kabul edilmesini sağladı. O zaman hazırladığım ödevde bu dönemle ilgili şöyle cümleler kurmuştum.

 

“1923 Ekim ayı Ankara’da hükümet krizinin baş gösterdiği bir ay oldu. Mustafa Kemal tüm gelişmeleri yakından takip ediyor ancak sistemin isminin konmadan devam edilmesi halinde nasıl tıkanacağının ve Teşkilat-ı Esasiye Kanununda sistemin işleyişi hakkında gerekli düzeltmelerin yapılmasının zorunlu olduğunun anlaşılmasını istiyordu. Bu nedenle herhangi bir müdahalede bulunmuyor ve bekliyordu. Nihayet 28 Ekim akşamına kadar bu bekleyişi sürdürdü ve aynı gece kendisine yakın arkadaşlarını toplayarak o meşhur cümlesini kurdu, “Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.”

 

29 Ekim 1923 günü TBMM de bir takrir ile davet edildiği kürsüde yaptığı konuşmada Türkiye Devletinin yönetim biçiminin Cumhuriyet olmasını teklif etti.  Bu konuşmanın hemen ardından verilen kanun teklifinin ilk maddesinde yer alan, “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti, Cumhuriyettir,” ibaresi kabul edildi.”

 

Ben, aynı ödevde Cumhuriyet sonrası yapılan değişiklikleri araştırırken mekânsal değişiklikler üzerinde durmuş ve özellikle Ankara’nın başkent ilan edilmesiyle başlayan Cumhuriyete özgü imar değişikliklerini yazmıştım.

 

Elbette bu mekânsal değişiklikler ihtiyaçlara göre sadece Ankara ile sınırlı kalmamış ve yıllar içerisinde bütün ülke çapında artarak ve katlanarak devam etmiştir. Resmi kurum binaları, okullar, spor tesisleri, sanat ve kültür mekanları, parklar, şehir süslemeleri Cumhuriyetin modern anlayışına ve zamanın getirisine uygun olarak şekillendi. Cumhuriyet ruhu kendine özgü notalarla her yapıda her eserde kendini gösterdi. Türkiye’deki bütün şehirler gibi Kütahya’nın da bundan ayrı kalması düşünülemezdi ve kalmadı da. Her ulus devletin ikonografisini oluşturduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti ’de ikonografisini ulusal birlik ruhunu yansıtan savaşkanlığı, cesareti, üretkenliği, yaratıcılığı, kültürel zenginliği ve ulusal mitolojiyi, modernleşme yönündeki potansiyeli ve arzuyu temsil eden bir bakış açısı üzerine oluşturdu. Kullanılan figürlerden mekanların yerleşim biçimlerine, planlarına çeşitli sembollerin mekanlarda yer alış biçimlerine kadar Cumhuriyeti, kurucusunu ve hedeflerini bu mekanları kullananlara hatırlatacak şekilde gelişti. Bütün bu çalışmaların sonucu olarak Cumhuriyete ait bir tarz ve anlayış doğdu.

 

Son yıllarda maalesef, yukarıda anlatmaya çalıştığım Cumhuriyet tarzı ve anlayışını yok etme eğilimi bilinçli olarak uygulanmakta. Burada dile getirmekten büyük üzüntü duyacağım bir sebepten olmadığını ve sadece bir yeni bir moda yaratarak yandaşlara para kazandırma çabası olduğunu düşünmeyi ısrarla kendi aklıma kabul ettirmeye çalıştığım bu çabalar eminim sizleri de benim kadar yaralıyordur.

 

Okumayı yazmayı öğrendiğimiz, ilk gençlik günlerimizi yaşadığımız belki ilk maaşımızı koridorlarında aldığımız okulların, binaların yıkılması ve yerlerine yenilerinin konmayıp alakasız yerlerde çirkin ve devasa binalarla sözüm ona telafi edilmeye çalışılmaları eminim sizleri de benim kadar rahatsız ediyordur. Geçen gün sosyal medyada Kütahya’da Gazi Kemal İlkokulunun binasının yıkıldığı haberi için, “Geriye hoş bir seda kaldı,” diye yazılmış ne yazık ki ben bu hoş seda fikrine katılamıyorum geriye seda falan değil koskoca bir boşluk kalıyor maalesef. Çünkü yok edilen anılarımız, gençliğimiz, çocukluğumuz ve yakın tarihimiz.  Yok etmeden yapılabilecek pek çok şey varken inatla ve ısrarla yıkmanın ve unutturmaya çalışmanın seçilmesi ne yazık ki yukarıda yazdığım aklıma getirmemeye çalıştığım Cumhuriyet ürünlerinin yok edilmeye çalışıldığı gerçeğini biz inanmak ve görmek istemesek de önümüze seriveriyor.  Bizler yapılan bu sistemli yok etme işlemine sadece “Geride kalan hoş bir seda,” gibi romantik gözlemlerle bakmaya devam edersek bizim çağımızdan torunlarımıza hiçbir şey kalmayacak.  Cumhuriyet yapılarının genç, modern, üretken, umutlu ve cesaretli tarzının yerini devasa, şatafatlı ve görgüsüzlük timsali bir anlayışın alması umarım sadece beni üzmüyordur. Bu yıkımın sadece Kütahya’da değil ülkemizin pek çok yerinde hızla ve aceleyle gerçekleştirildiğini bildiğimden eğer şahsi tarihimize önem veriyorsak romantik bakışları bırakarak gerçek itirazlarla dokuz şiddetindeki bu depreme karşı çıkmalıyız diye düşünüyorum. Bunu yapmazsak korkarım bir müddet sonra Cumhuriyet Bayramlarımızı önünde gururla kutlayabileceğimiz binalarımız ve anılarımız kalmayacak.

 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.