Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Sorgu...

Yüreğimiz İzmir'de, gözlerimiz ekranda, aklımız sorguda...   (2020 yılının Ekim ayının son günlerinde yaşadıklarımız böyleydi.)   Bir kere daha üzülüyoruz, bir kere daha kızıyoruz, bir kere daha akıllara değil de siyasete güvenen toplum için kahroluyoruz...   Sorgu, sorgu, sorgu...   Sorgulama, en çok yaptığımız fikir hareketlerinden biri. Herkesin, rahatça yapabildiği, insani bir eylem. Elbette sorgu vaaar, sorgu var...   Bahsettiğimiz, polis veya savcı sorgusu, sorgulaması değil. Kişinin, vicdanı ve aklını kullanarak, var olan veya oluşmuş hataları, yanlışları ve suçları, mantık çerçevesinde değerlendirerek, sebebini, sorumlusunu arama ve bulma çabasıdır...   Her büyük afetten sonra, kendimize göre sorgulamalarımızı yaparız. Kafamızda deli sorular, bulduğumuz doğru veya yanlış cevaplar.    Bize aktarılan, söylenenler arasında,  duymak, dinlemek istediklerimizi algılarız...   Mesela son olayda, depremden sonra herkes, jeologları, Mühendisleri, Mimarları konuşturur, dinler oldu...   - Deprem sırasında nasıl davranmalıyız? - Kurtarma nasıl olur? - Binaların hangi arazi ve zemin şartlarında, nasıl yapılması gerekir? - Kolon ve kiriş nedir, ne işe yarar? Sonradan kesilip küçültülebilirler mi? - Beton elle ufalanmalı mı? İçinden deniz kabuğu çıkmalı mı, çıkmamalı mı?  - Demirler tırtıklı mı olmalı? Aralıkları ve kalınlıkları önemli mi?   Bütün bu soruları her depremden sonra işin uzmanlarına soruyor, dinliyor, öğreniyor ve onlara inanıyoruz.    Yukarıdakilerden bir tanesini siyasetçilere sorabilir miyiz..?   Sorsak, doğru cevap alacağımızı düşünebilir miyiz..?   Peki kardeşim, normal zamanlarda, afet riski aklımıza gelmezken, niye işin uzmanlarının söylediğine değil de siyasetçilere inanırız..?   Zamanında; - İmar affı (barışı), yapıldığı kapsamda, afetlerle mücadeleye en büyük ihanettir diyen mimar ve mühendislere neden inanmadınız..? (Çünkü öyle işinimize geldi. O siyasetçiye inanmak çok hoşumuza gitti. Bize para kazandırdı. Bir sürü zarar, ziyandan kurtardı değil mi..?)   - Şehir plancıları, mimarlar tersini söylerken; dere yatağı olmuş olmamış önemli değil, tarım arazisi, alüvyonlu toprak, su havzası farketmez,  hep daha yüksek katlı, daha fazla daire sahibi olmak en önemlisi değil miydi? Size siyasetçiler bunu verdiğinde-veya aldığınızda- onlara inandınız ya... (Gözümüzü hırs bürüdü, bire-üçü, üçe-beşi, beşe-çoğu hep tercih ettik, zorlamadık mı..?)   - Projesini çizen mimarına, mühendisine değil de müteahhidine bakarsın ev alırken. Hesabı yapabilecek olan müteahhit mi? İşini doğru yapan mimar, mühendis, yanlış, yıkılacak bir bina yaptırır mı? ( Hala, o müteahhitin, yoğurdum ekşi demesini mi bekleriz?)   1990'lı yıllardan sonra yapılan binalarımızda bir problem çıkacağını düşünmüyorum. O yıllardan sonra gerek malzeme, gerekse hesap yöntemleri konusu düzeltildi. Kontrol mekanizmaları da daha doğru yapılmaya başlandı. Yani daha fenni binalar inşaa edildi diyebiliriz.    İş, 1990'lar öncesi binalarda, apartmanlarda. Elbette sağlamları var. Bunların mutlaka ayrılması gerekli.    Gelelim “Kentsel Dönüşüm” kavramına...   Maalesef bu konuda da hep siyasetçiler konuştu, hep onların söyledikleri doğru kabul edildi.    Kavram, adı üstünde, şehirleri ve şehirlileri daha düzenli, güzel, modern binalara ve yaşama  kavuşturmak. Buraya kadar çok güzel. Fakat günümüzde konu ne hale geldi hepimiz görüyoruz. Tamam modern malzeme, güçlü bina, iyi yalıtılmış evlerimiz oldu ama daha yüksek bina, daha fazla konut, daha çok nüfus, yollar dolusu araba, baraj baraj su, elektrik ihtiyacı, dağlarca çöplere de kavuştuk. Kentsel Dönüşüm kıyaklarıyla hepimiz evimizi yenilerken cebimizden para çıkmasın diyoruz ya...   Vermeden almak Allah'a mahsus.    Peki veremeyecek olanlarımız. Onlar nasıl çürük evlerden kurtulacak, yenileyecekler.    İşte Kentsel Dönüşümün özü bu. Zengini daha da zengin etmek değil. İhtiyacı olana, yenileyemeyecek olana destek, şehircilik ilmi adına daha modern yerleşimlere sahip olmak anlamında değil mi?    İhtiyacı olanlardan (ama gerçekten) ödeyebileceklere bilmem kaç senede geri ödenecek bir formülle, ödeyemeyecek olanlara, çalıştırarak ödemesini sağlayarak ev yaptırma kredisiyle, direk müteahhite ödeme yaparak evlerin yenilenmesi sağlanabilirdi.    Ama tespit edilen, çürük binalara ve mutlaka şehircilik prensipleriyle. Köy yapar gibi değil (ki köyler de planlanmalı)...   Tespit demişken, maalesef şu teknik yönetmeliklerimiz de siyasetçiler tarafında hazırlanıp onaylanmakta... İşin ehil kişileri ne söylerse söylesinler, siyasetçilerin işine gelmedi mi kabul görmüyor.    “Şu odanın söylediklerini yapmayın. Onlar muhalefet. Bu meslek örgütü zaten terörist gibi çalışıyor, hep yanlış söyler, bunların yetkileri fazla. (Partililere) Çalışın, bir yöntem bulun daraltın, ayrın onları”  diyen siyasetçilere mi inanacaksınız..?   En azından teknik olarak anlattıklarına inanın mimar, mühendislerin...   “İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır.” der atalarımız. Çuvaldızı batıralım hak edene, iğneyi de kendimize sokalım biraz.    Üzgünüm ki mimarlar ve mühendisler bu ülkede son 50 yıldır işlerini yapamıyor. Karın doyurmak derdine düşmüşüz hepimiz. İşimizi, mesleğimizi hakkınca yapmak yerine, daha çok alabileceğimizin derdine düşünmüşüz (hepimiz gibi). Her meslekte kötüler, yetersizler olur, olacaktır. Bunlar zaten piyasa şartlarında elenmekte.    Asıl, projeleri, hesapları, işin uzmanlarını prosedür, yasal zorunluluk olarak gören, her şeyin ucuzuna giden müteahhitler, mal sahipleri, iş yaptıranlar, ruhsat verenler oldukça, bu işi çözemeyiz.    Elbette, projelendirme de tüm sektörler gibi serbest piyasa ekonomisine bağlı. Ama bu işin ucuzunun yahnisi, midenizi bozmak şöyle dursun, tüm ayarlarınızı alt üst eder…   Araştırın, projecilerinizi iyi seçin.    Onlar size iyi müteahhiti söyleyecektir zaten…   Göçebe atalarımızdan geliyoruz. Oradan oraya gezmiş, fethetmiş, bereketli görmüş konmuşuz, sıkılmış tekrar göçmüşüz. Gün gelip, tamam bulduk, yerleşelim demişiz, Anadolu bereketine gömülmüşüz. Buralar bizim demişiz…   O gün bu gündür yerleşir dururuz, evler yaparız bu diyara. Hep yapı, hep inşaat. Hala daha yerleşemedik galiba…    Tekniğin doğrusunu, hesaplısını bilimde aramalı, siyasette değil vesselam…

Sorgu...

Yüreğimiz İzmir'de, gözlerimiz ekranda, aklımız sorguda...

 

(2020 yılının Ekim ayının son günlerinde yaşadıklarımız böyleydi.)

 

Bir kere daha üzülüyoruz, bir kere daha kızıyoruz, bir kere daha akıllara değil de siyasete güvenen toplum için kahroluyoruz...

 

Sorgu, sorgu, sorgu...

 

Sorgulama, en çok yaptığımız fikir hareketlerinden biri. Herkesin, rahatça yapabildiği, insani bir eylem. Elbette sorgu vaaar, sorgu var...

 

Bahsettiğimiz, polis veya savcı sorgusu, sorgulaması değil. Kişinin, vicdanı ve aklını kullanarak, var olan veya oluşmuş hataları, yanlışları ve suçları, mantık çerçevesinde değerlendirerek, sebebini, sorumlusunu arama ve bulma çabasıdır...

 

Her büyük afetten sonra, kendimize göre sorgulamalarımızı yaparız. Kafamızda deli sorular, bulduğumuz doğru veya yanlış cevaplar. 

 

Bize aktarılan, söylenenler arasında,  duymak, dinlemek istediklerimizi algılarız...

 

Mesela son olayda, depremden sonra herkes, jeologları, Mühendisleri, Mimarları konuşturur, dinler oldu...

 

- Deprem sırasında nasıl davranmalıyız?
- Kurtarma nasıl olur?
- Binaların hangi arazi ve zemin şartlarında, nasıl yapılması gerekir?
- Kolon ve kiriş nedir, ne işe yarar? Sonradan kesilip küçültülebilirler mi?
- Beton elle ufalanmalı mı? İçinden deniz kabuğu çıkmalı mı, çıkmamalı mı? 
- Demirler tırtıklı mı olmalı? Aralıkları ve kalınlıkları önemli mi?

 

Bütün bu soruları her depremden sonra işin uzmanlarına soruyor, dinliyor, öğreniyor ve onlara inanıyoruz. 

 

Yukarıdakilerden bir tanesini siyasetçilere sorabilir miyiz..?

 

Sorsak, doğru cevap alacağımızı düşünebilir miyiz..?

 

Peki kardeşim, normal zamanlarda, afet riski aklımıza gelmezken, niye işin uzmanlarının söylediğine değil de siyasetçilere inanırız..?

 

Zamanında;

- İmar affı (barışı), yapıldığı kapsamda, afetlerle mücadeleye en büyük ihanettir diyen mimar ve mühendislere neden inanmadınız..? (Çünkü öyle işinimize geldi. O siyasetçiye inanmak çok hoşumuza gitti. Bize para kazandırdı. Bir sürü zarar, ziyandan kurtardı değil mi..?)

 

- Şehir plancıları, mimarlar tersini söylerken; dere yatağı olmuş olmamış önemli değil, tarım arazisi, alüvyonlu toprak, su havzası farketmez,  hep daha yüksek katlı, daha fazla daire sahibi olmak en önemlisi değil miydi? Size siyasetçiler bunu verdiğinde-veya aldığınızda- onlara inandınız ya... (Gözümüzü hırs bürüdü, bire-üçü, üçe-beşi, beşe-çoğu hep tercih ettik, zorlamadık mı..?)

 

- Projesini çizen mimarına, mühendisine değil de müteahhidine bakarsın ev alırken. Hesabı yapabilecek olan müteahhit mi? İşini doğru yapan mimar, mühendis, yanlış, yıkılacak bir bina yaptırır mı? ( Hala, o müteahhitin, yoğurdum ekşi demesini mi bekleriz?)

 

1990'lı yıllardan sonra yapılan binalarımızda bir problem çıkacağını düşünmüyorum. O yıllardan sonra gerek malzeme, gerekse hesap yöntemleri konusu düzeltildi. Kontrol mekanizmaları da daha doğru yapılmaya başlandı. Yani daha fenni binalar inşaa edildi diyebiliriz. 

 

İş, 1990'lar öncesi binalarda, apartmanlarda. Elbette sağlamları var. Bunların mutlaka ayrılması gerekli. 

 

Gelelim “Kentsel Dönüşüm” kavramına...

 

Maalesef bu konuda da hep siyasetçiler konuştu, hep onların söyledikleri doğru kabul edildi. 

 

Kavram, adı üstünde, şehirleri ve şehirlileri daha düzenli, güzel, modern binalara ve yaşama  kavuşturmak. Buraya kadar çok güzel. Fakat günümüzde konu ne hale geldi hepimiz görüyoruz. Tamam modern malzeme, güçlü bina, iyi yalıtılmış evlerimiz oldu ama daha yüksek bina, daha fazla konut, daha çok nüfus, yollar dolusu araba, baraj baraj su, elektrik ihtiyacı, dağlarca çöplere de kavuştuk. Kentsel Dönüşüm kıyaklarıyla hepimiz evimizi yenilerken cebimizden para çıkmasın diyoruz ya...

 

Vermeden almak Allah'a mahsus. 

 

Peki veremeyecek olanlarımız. Onlar nasıl çürük evlerden kurtulacak, yenileyecekler. 

 

İşte Kentsel Dönüşümün özü bu. Zengini daha da zengin etmek değil. İhtiyacı olana, yenileyemeyecek olana destek, şehircilik ilmi adına daha modern yerleşimlere sahip olmak anlamında değil mi? 

 

İhtiyacı olanlardan (ama gerçekten) ödeyebileceklere bilmem kaç senede geri ödenecek bir formülle, ödeyemeyecek olanlara, çalıştırarak ödemesini sağlayarak ev yaptırma kredisiyle, direk müteahhite ödeme yaparak evlerin yenilenmesi sağlanabilirdi. 

 

Ama tespit edilen, çürük binalara ve mutlaka şehircilik prensipleriyle. Köy yapar gibi değil (ki köyler de planlanmalı)...

 

Tespit demişken, maalesef şu teknik yönetmeliklerimiz de siyasetçiler tarafında hazırlanıp onaylanmakta... İşin ehil kişileri ne söylerse söylesinler, siyasetçilerin işine gelmedi mi kabul görmüyor. 

 

“Şu odanın söylediklerini yapmayın. Onlar muhalefet. Bu meslek örgütü zaten terörist gibi çalışıyor, hep yanlış söyler, bunların yetkileri fazla. (Partililere) Çalışın, bir yöntem bulun daraltın, ayrın onları”  diyen siyasetçilere mi inanacaksınız..?

 

En azından teknik olarak anlattıklarına inanın mimar, mühendislerin...

 

“İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır.” der atalarımız. Çuvaldızı batıralım hak edene, iğneyi de kendimize sokalım biraz. 

 

Üzgünüm ki mimarlar ve mühendisler bu ülkede son 50 yıldır işlerini yapamıyor. Karın doyurmak derdine düşmüşüz hepimiz. İşimizi, mesleğimizi hakkınca yapmak yerine, daha çok alabileceğimizin derdine düşünmüşüz (hepimiz gibi). Her meslekte kötüler, yetersizler olur, olacaktır. Bunlar zaten piyasa şartlarında elenmekte. 

 

Asıl, projeleri, hesapları, işin uzmanlarını prosedür, yasal zorunluluk olarak gören, her şeyin ucuzuna giden müteahhitler, mal sahipleri, iş yaptıranlar, ruhsat verenler oldukça, bu işi çözemeyiz. 

 

Elbette, projelendirme de tüm sektörler gibi serbest piyasa ekonomisine bağlı. Ama bu işin ucuzunun yahnisi, midenizi bozmak şöyle dursun, tüm ayarlarınızı alt üst eder…

 

Araştırın, projecilerinizi iyi seçin. 

 

Onlar size iyi müteahhiti söyleyecektir zaten…

 

Göçebe atalarımızdan geliyoruz. Oradan oraya gezmiş, fethetmiş, bereketli görmüş konmuşuz, sıkılmış tekrar göçmüşüz. Gün gelip, tamam bulduk, yerleşelim demişiz, Anadolu bereketine gömülmüşüz. Buralar bizim demişiz…

 

O gün bu gündür yerleşir dururuz, evler yaparız bu diyara. Hep yapı, hep inşaat. Hala daha yerleşemedik galiba… 

 

Tekniğin doğrusunu, hesaplısını bilimde aramalı, siyasette değil vesselam…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.