Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Selçuklu-Osmanlı mimarisi...

Selçuklu-Osmanlı mimarisi...   Bu hafta, daha önce “Yatay mimari” terim saçmalığını anlattığım yazıda konusu geçen bir tabir üzerine yazmak için sıra geldi.   Yazımın başlığında yer alan Selçuklu ve Osmanlı kelimelerinin arasındaki tire işareti, bazılarımızın bilmeden söylediği ve o iki uygarlığa yapılan haksızlığı simgelemek için özellikle konulmuştur.    Bu iki uygarlık ismi arkasından gelen “mimarisi” kelimesi ise bu medeniyetlerden daha çok, mimarlık mesleğinin ne kadar hafifletildiğini anlatabilmek için eklenmiştir.   Selçuklu, Osmanlı, Mimarlık...   Bu üç kelimenin tek kavram halinde kullanılabilmesi, ancak hiçbirini bilmeyenler, tanımayanlar veya başka şekilde göstermek isteyenler tarafından yapılabilecek bir eylemdir...   Selçuklu, naif bir azameti, Osmanlı ise muhteşem bir hengameyi anlatır bize...   İkisi de ayrı birer uygarlıktır ve birbirine benzemez.   Tarihimizin müthiş dönemleri içinde dünyaya kafa tutan, ilimde yol gösteren, sosyal düzeni ile örnek olan sevabıyla günahıyla bu topraklardaki medeniyetlerimizin önemli ama farklı temsilcilerindendir.   Selçuklu Devleti günümüzden tam 984 yıl öncesinde, 1037 yılında Oğuz Türkleri’nin Kınık Boyu’ndan Tuğrul Bey tarafından kurulmuştur. Tuğrul Bey’i yetiştiren Dedesi Selçuk Bey’in adını alan Selçuklu Devleti 3.900.000 kilometre kare büyüklüğüne kadar çıkmıştır. İznik, Konya, Nişabur, Merv, Rey, Bağdat önemli şehirlerindendir.   Avrupa Ortaçağı yaşarken bilimde ve sanatta pek çok isim yetişmiştir. Kaşgarlı Mahmut, Mevlana Celaleddin Rumi, Ömer Hayyam, İmam Gazalî, Ahmed Yesevi bunlardan bazılarıdır.   Bu devirde başta Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erzurum, Malatya, Niğde, Divriği gibi yerler han, hamam, kervansaray, medrese, cami, kümbet (mezar) gibi sanat eserleriyle donatılmışlardır. Bunlar arasında Konya’daki ince minare Darülhadisi, Sırçalı Medrese, Kayseri’deki Çifte Minareli Medrese, Sivas’taki Gök Medrese, Niğde’deki Hüdavend Hatun Türbesi ilk akla gelenlerdir.   Kütahya’da Hıdırlık Mescidi, Yoncalı Hamamı ve Camisi, Balıklı Camii ve Medresesi Selçuklu dönemi eserlerindendir.   En belirgin mimari karakter olarak; geometrik şekillerin matematiğinden naif bir ahenk oluşturduklarını söyleyebiliriz. Kubbe teknolojisi henüz çok gelişmediğinden külah şeklindeki çatı örtüleri kümbet, han, medrese gibi binalarda kendini daha fazla göstermektedir...   Dönemin sosyal hayatı göz önüne alınınca iç avlulu odalar şeklinde planlanan binaların, portal (giriş) cepheleri ve kapıları çok görkemlidir.   Osmanlı Devleti ise 722 yıl önce 1299 yılında Osman Bey tarafından kuruldu.  Sonradan önünde dünyanın titrediği bir imparatorluk haline gelen uygarlık, günümüz dünyasının bilim ve sanat alanında önemli bir yer işgal etmektedir...   İstanbul’un fethi dâhil dünya tarihinde pek çok dönüm noktasının assolisti olmuş bir uygarlığın mimari karakteri olarak, dönemin sosyal yaşantısı göz önüne alındığında kemerler ve kubbeler ihtişamını gösterebiliriz.   Taş işçiliğinin yanı sıra ahşap ustalığı da dünyanın sayılı örnekleri arasında yer almaktadır. Son dönemlerinde Avrupa etkisinde barok eserlerin de kaydedildiği mimari eserler, ağırlıkta Payitaht’ta yani İstanbul’da ve Anadolu’dadır…   Dünya sanat tarihinde, İtalya için Leonardo Da Vinci,  İspanya için Antonio Gaudi, İngiltere için Shakespeare neyse Osmanlı için de Mimar Sinan o demektir...   Kendi tarihimize pek çok defa örnek alınmış, taklit edilmiştir. Özellikle dini mimarinin en muazzam eserlerini verdiğinden, ülkemizde dini (cami) yapılar, kubbelerle özdeşleşmiştir. Kubbesi olmayan bir binanın cami anlamı kazanması çok zor hale gelmiştir.   Oysa kubbe, betonarmeden önce sadece taş ile geniş mekânların üstünü örtme metodu olarak kullanılan yapısal bir elemandır.  Mimar Sinan tarafından mistisizm etkisinin en iyi şekilde kullanıldığı örneklerinin verilmesiyle vazgeçilmez hale gelmiştir.   Kütahya’daki pek çok Osmanlı Eseri arasında Vacidiye Medresesi, Ulu Camii, Dönenler Camii, Ali (Alo) Paşa Camii, Saadettin Camii, Yeşil Camii, Takvaacılar Camii, Saray (Hisar Bey) Camii, Küpecik Camii, Şengül Hamamı, Küçük Hamam, Merkez Hamam, Muvakkithane, Hükümet Konağı (Günümüz Adliye Binası), Macar Evi ilk akla geliverenlerdir.   Uzun medeniyet dönemlerinde Osmanlı uygarlığının başı ve sonu arasında bile kültür ve sosyal alanda çok farklılıklar bulunmaktadır.   Yazıda bahsi geçen yaklaşık 1000 yılık tarihimiz içinde değişim ve gelişimin olması kadar doğal bir konu yoktur. Doğal olmayan bu değişimi kabul etmemektir. Yobazlık denilen illet de burada başlamaktadır…   Selçuklu öğretilerini sadece geometri ile sınırlayamazsak, Osmanlı’yı da bir tek kubbe ve kemerlerin ahengi ile anlatamayız. Anlatmamalıyız.   Mimari ise evrensel bir kavram olarak insanlık tarihindeki tüm yapı sanatlarını kapsamaktadır.   Bir dönemi anlatmak veya anlamak için mimarlık örnekleri en belirgin olanlarıdır. Sonuçları kesindir, tam bir dönem aynasıdır.  Eğer bugün, günümüze kalan Selçuklu veya Osmanlı yapıları olmasaydı o zamanın kültürünü ve yaşanmışlıklarını anlamakta zorlanır hatta bazı tarihsel olayları çözemezdik. Ama mutlaka yalan yanlış diziler çekerdik…   Nasıl Selçuklu’yu, Osmanlı’yı veya Cumhuriyetin ilk yıllarını, o zamanlarda yapılan binaları koruyarak, araştırarak yaşatabileceksek, günümüzü de bu günkü kültürümüzü yansıtan eserler bırakarak ileriye aktarabiliriz. Geleceğe kopyacı, kültürü olmayan bir kuşak olarak geçmek ister misiniz?   Bir medeniyeti, bir düzeni veya bazı alışkanlıkları yok etmek için önce binalarını yıkarsınız. Sonra da istediğiniz kültürün, yaşanmasını istediğiniz sosyal yapının binalarını inşaa edersiniz...   Eğer niyetiniz, geçmişi tekrar geri getirmek ise onları taklit edersiniz. Hem kolaydır, hem de geçerli. Yalnız unutulmamalıdır ki, o zamanın binalarını yeniden yaparak, kıyafetlerini giyerek, onlar gibi konuşarak o muhteşemliğe ulaşamazsınız. Sadece komik duruma düşersiniz…   Yazımda tekrar yer vermek istemiyorum, eğer geçmişimizdeki bir dönemle övünmek, o ruhu yeniden canlandırmak istiyorsanız öncelikle gülünç tabirler kullanmamalısınız.   Tarih bilgisi, Mimari merakı olan tüm dostlarım ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştır.   Mevkisi ne olursa olsun herkes için, konuyu anlamamış olanların, bilmedikleri konularda konuşmaması, geçmişimizi aşağılayıcı tabirler üreterek, onları kısıtlı bir kaç kelimeye sığdırmaktan vaz geçip daha çok okumalarını öneririm.    Son derece samimi, basit ve olması gereken gibi görünen söylem, aslında tarihimizin ne kadar basitleştirildiğinin, cahilce ele alındığının bir örneğidir.   Her büyük uygarlık gibi tarih boyunca pek çok konuda örnek alınmış, taklit edilmiş iki ayrı uygarlığı tek kefeye koymak ve sanki tek bağlaçları mimarlıkmış gibi göstermek, hepsine birden yapılan en büyük hakarettir.   Sağlıcakla kalın.   Mehmet Gürel 16.03.2021  

Selçuklu-Osmanlı mimarisi...

Selçuklu-Osmanlı mimarisi...

 

Bu hafta, daha önce “Yatay mimari” terim saçmalığını anlattığım yazıda konusu geçen bir tabir üzerine yazmak için sıra geldi.

 

Yazımın başlığında yer alan Selçuklu ve Osmanlı kelimelerinin arasındaki tire işareti, bazılarımızın bilmeden söylediği ve o iki uygarlığa yapılan haksızlığı simgelemek için özellikle konulmuştur. 

 

Bu iki uygarlık ismi arkasından gelen “mimarisi” kelimesi ise bu medeniyetlerden daha çok, mimarlık mesleğinin ne kadar hafifletildiğini anlatabilmek için eklenmiştir.

 

Selçuklu, Osmanlı, Mimarlık...

 

Bu üç kelimenin tek kavram halinde kullanılabilmesi, ancak hiçbirini bilmeyenler, tanımayanlar veya başka şekilde göstermek isteyenler tarafından yapılabilecek bir eylemdir...

 

Selçuklu, naif bir azameti, Osmanlı ise muhteşem bir hengameyi anlatır bize...

 

İkisi de ayrı birer uygarlıktır ve birbirine benzemez.

 

Tarihimizin müthiş dönemleri içinde dünyaya kafa tutan, ilimde yol gösteren, sosyal düzeni ile örnek olan sevabıyla günahıyla bu topraklardaki medeniyetlerimizin önemli ama farklı temsilcilerindendir.

 

Selçuklu Devleti günümüzden tam 984 yıl öncesinde, 1037 yılında Oğuz Türkleri’nin Kınık Boyu’ndan Tuğrul Bey tarafından kurulmuştur. Tuğrul Bey’i yetiştiren Dedesi Selçuk Bey’in adını alan Selçuklu Devleti 3.900.000 kilometre kare büyüklüğüne kadar çıkmıştır. İznik, Konya, Nişabur, Merv, Rey, Bağdat önemli şehirlerindendir.

 

Avrupa Ortaçağı yaşarken bilimde ve sanatta pek çok isim yetişmiştir. Kaşgarlı Mahmut, Mevlana Celaleddin Rumi, Ömer Hayyam, İmam Gazalî, Ahmed Yesevi bunlardan bazılarıdır.

 

Bu devirde başta Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erzurum, Malatya, Niğde, Divriği gibi yerler han, hamam, kervansaray, medrese, cami, kümbet (mezar) gibi sanat eserleriyle donatılmışlardır. Bunlar arasında Konya’daki ince minare Darülhadisi, Sırçalı Medrese, Kayseri’deki Çifte Minareli Medrese, Sivas’taki Gök Medrese, Niğde’deki Hüdavend Hatun Türbesi ilk akla gelenlerdir.

 

Kütahya’da Hıdırlık Mescidi, Yoncalı Hamamı ve Camisi, Balıklı Camii ve Medresesi Selçuklu dönemi eserlerindendir.

 

En belirgin mimari karakter olarak; geometrik şekillerin matematiğinden naif bir ahenk oluşturduklarını söyleyebiliriz. Kubbe teknolojisi henüz çok gelişmediğinden külah şeklindeki çatı örtüleri kümbet, han, medrese gibi binalarda kendini daha fazla göstermektedir...

 

Dönemin sosyal hayatı göz önüne alınınca iç avlulu odalar şeklinde planlanan binaların, portal (giriş) cepheleri ve kapıları çok görkemlidir.

 

Osmanlı Devleti ise 722 yıl önce 1299 yılında Osman Bey tarafından kuruldu.  Sonradan önünde dünyanın titrediği bir imparatorluk haline gelen uygarlık, günümüz dünyasının bilim ve sanat alanında önemli bir yer işgal etmektedir...

 

İstanbul’un fethi dâhil dünya tarihinde pek çok dönüm noktasının assolisti olmuş bir uygarlığın mimari karakteri olarak, dönemin sosyal yaşantısı göz önüne alındığında kemerler ve kubbeler ihtişamını gösterebiliriz.

 

Taş işçiliğinin yanı sıra ahşap ustalığı da dünyanın sayılı örnekleri arasında yer almaktadır. Son dönemlerinde Avrupa etkisinde barok eserlerin de kaydedildiği mimari eserler, ağırlıkta Payitaht’ta yani İstanbul’da ve Anadolu’dadır…

 

Dünya sanat tarihinde, İtalya için Leonardo Da Vinci,  İspanya için Antonio Gaudi, İngiltere için Shakespeare neyse Osmanlı için de Mimar Sinan o demektir...

 

Kendi tarihimize pek çok defa örnek alınmış, taklit edilmiştir. Özellikle dini mimarinin en muazzam eserlerini verdiğinden, ülkemizde dini (cami) yapılar, kubbelerle özdeşleşmiştir. Kubbesi olmayan bir binanın cami anlamı kazanması çok zor hale gelmiştir.

 

Oysa kubbe, betonarmeden önce sadece taş ile geniş mekânların üstünü örtme metodu olarak kullanılan yapısal bir elemandır.  Mimar Sinan tarafından mistisizm etkisinin en iyi şekilde kullanıldığı örneklerinin verilmesiyle vazgeçilmez hale gelmiştir.

 

Kütahya’daki pek çok Osmanlı Eseri arasında Vacidiye Medresesi, Ulu Camii, Dönenler Camii, Ali (Alo) Paşa Camii, Saadettin Camii, Yeşil Camii, Takvaacılar Camii, Saray (Hisar Bey) Camii, Küpecik Camii, Şengül Hamamı, Küçük Hamam, Merkez Hamam, Muvakkithane, Hükümet Konağı (Günümüz Adliye Binası), Macar Evi ilk akla geliverenlerdir.

 

Uzun medeniyet dönemlerinde Osmanlı uygarlığının başı ve sonu arasında bile kültür ve sosyal alanda çok farklılıklar bulunmaktadır.

 

Yazıda bahsi geçen yaklaşık 1000 yılık tarihimiz içinde değişim ve gelişimin olması kadar doğal bir konu yoktur. Doğal olmayan bu değişimi kabul etmemektir. Yobazlık denilen illet de burada başlamaktadır…

 

Selçuklu öğretilerini sadece geometri ile sınırlayamazsak, Osmanlı’yı da bir tek kubbe ve kemerlerin ahengi ile anlatamayız. Anlatmamalıyız.

 

Mimari ise evrensel bir kavram olarak insanlık tarihindeki tüm yapı sanatlarını kapsamaktadır.

 

Bir dönemi anlatmak veya anlamak için mimarlık örnekleri en belirgin olanlarıdır. Sonuçları kesindir, tam bir dönem aynasıdır.  Eğer bugün, günümüze kalan Selçuklu veya Osmanlı yapıları olmasaydı o zamanın kültürünü ve yaşanmışlıklarını anlamakta zorlanır hatta bazı tarihsel olayları çözemezdik. Ama mutlaka yalan yanlış diziler çekerdik…

 

Nasıl Selçuklu’yu, Osmanlı’yı veya Cumhuriyetin ilk yıllarını, o zamanlarda yapılan binaları koruyarak, araştırarak yaşatabileceksek, günümüzü de bu günkü kültürümüzü yansıtan eserler bırakarak ileriye aktarabiliriz. Geleceğe kopyacı, kültürü olmayan bir kuşak olarak geçmek ister misiniz?

 

Bir medeniyeti, bir düzeni veya bazı alışkanlıkları yok etmek için önce binalarını yıkarsınız. Sonra da istediğiniz kültürün, yaşanmasını istediğiniz sosyal yapının binalarını inşaa edersiniz...

 

Eğer niyetiniz, geçmişi tekrar geri getirmek ise onları taklit edersiniz. Hem kolaydır, hem de geçerli. Yalnız unutulmamalıdır ki, o zamanın binalarını yeniden yaparak, kıyafetlerini giyerek, onlar gibi konuşarak o muhteşemliğe ulaşamazsınız. Sadece komik duruma düşersiniz…

 

Yazımda tekrar yer vermek istemiyorum, eğer geçmişimizdeki bir dönemle övünmek, o ruhu yeniden canlandırmak istiyorsanız öncelikle gülünç tabirler kullanmamalısınız.

 

Tarih bilgisi, Mimari merakı olan tüm dostlarım ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştır.

 

Mevkisi ne olursa olsun herkes için, konuyu anlamamış olanların, bilmedikleri konularda konuşmaması, geçmişimizi aşağılayıcı tabirler üreterek, onları kısıtlı bir kaç kelimeye sığdırmaktan vaz geçip daha çok okumalarını öneririm. 

 

Son derece samimi, basit ve olması gereken gibi görünen söylem, aslında tarihimizin ne kadar basitleştirildiğinin, cahilce ele alındığının bir örneğidir.

 

Her büyük uygarlık gibi tarih boyunca pek çok konuda örnek alınmış, taklit edilmiş iki ayrı uygarlığı tek kefeye koymak ve sanki tek bağlaçları mimarlıkmış gibi göstermek, hepsine birden yapılan en büyük hakarettir.

 

Sağlıcakla kalın.

 

Mehmet Gürel

16.03.2021

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.