Bizleri yönetenler; ülkemizin yetişkinleri, akıllıları, tecrübelileri ve liderleridir. Çocuklarımız ve gençler ise toplumumuzun geleceğini temsil etmekteler. Bir ülkenin geleceğini görebilmek için gençlerini incelemek, eğitim sistemlerine bakmak yeterlidir.
Ülkemizde anne babaların yani ebeveynlerin, çocuklarını nerede nasıl eğiteceklerini ve eğitim anlayışını belirleyen tek kurum olan hükümet (günümüzde Cumhurbaşkanı), aynı zamanda milli eğitimi de kurgular.
Yani bizleri yönetenler;
- Hangi yaştaki öğrencilerin neler öğreneceğini, müfredatı,
- Küçük yaşlardan itibaren iyi insan olmak, vatanseverlik, ahlaklılık, sevecenlik, çalışkanlık, üretkenlik, dürüstlük kavramlarını çocuklara aşılama metotlarını,
- İleri bilim eğitimine hazırlık amacıyla, temel bilim kavramlarının çocuklara aktarılmasını,
- Topluma faydalı ve üretken birer insan olabilmeleri için en verimli çalışacakları mesleklere nasıl yönleneceklerini,
- Üniversite öncesi, tüm çocukların eşit şekilde, imkanlara nasıl erişebileceklerini belirlerler...
Buraya kadar ülke gelişiminde, Milli Eğitim Sisteminin olması gereken yeri göstermeye çalıştım. Yetişecek kuşaklarda, geleceğimizde yöneticilerin belirleyici konumunu anlatmak istedim.
Yönetenler, eğitim sistemi ile geleceğimiz konusunda bu kadar belirleyiciler. Tabi söz konusu sistemler uzun vadeli yatırım gibidir. Yeni bir adım attığınızda karşılığını en az 15 yıl sonra görmeye başlarsınız. Ne ekerseniz onu biçersiniz.
Ülkemizde de hükümetlerin süreleri dört yıl olduğundan, bir sistemin değiştirilmesi ve sonuçlarının görülüp, yanlışlardan dönülmesi çok zordur. Hele hele birbirinin kanlısı gibi davranan siyasetçilerle. O nedenle politikacılar genelde bu konuda popülist yaklaşarak genel geçer karalar almışlar ve uygulamışlardır. Politik veya ideolojik alınan kararlardan veya askeri darbelerden bahsetmiyorum bile...
Ülkemizde sistem, 1950'lerden bu yüzyılın başına kadar böyle ilerlemiş, gelişemeyen bir eğitim sistemi, zamana ayak uyduramamış, fakirleşmiş bir eğitimci kadrosu kendiliğinden oluşuvermişti.
2000'lerden sonra bunu değiştirmek üzere eğitim sistemimizde, günümüze kadar neredeyse her yıl bir devrim yapıldı. Zaten köhneleşmiş, modern dünyadan uzaklaşan sistem, bu sefer de sistemsizlikle karşı karşıya kaldı.
Günümüzde ise pandemi sayesinde, uzaktan eğitim şartlarında, eşit imkanlarla verilemeyen, rağbet göremeyen, ekonominin baskın olduğu, müşteri öğrenci kavramının yerleştiği bir eğitim ortamı bizleri çevrelemekte.
Belli, kararlı ve sürdürülebilir bir eğitim sistemi kurulamamış olan ülkemizin bugünkü gençleri, maalesef geleceğimiz adına sinyal vermeye başlamıştır.
Toplumumuzdaki artan şiddet olayları, kendini adalet temsilcisi yerine koyanlar, cinsiyetçilik, istismar, dolandırıcılık, sahtekarlık, hırsızlık, kabadayılık, mafyacılık gibi toplumdaki ahlak bozuklukları, amaçsızca önüne gelen ilk işi yapmaya çalışan, ekonomik açıdan çok mutsuz, üretken olamayan nesiller, eğitim sistemimizin son 30-40 yıllık marifetidir.
Bunun üzerine bir de, kendi imkanlarında, kişiliklerinde ve özerkliklerinde, herhangi bir ideolojiye bağlı kalmadan tamamen bilime yönelik çalışmalar yapması, ülkenin ve insanlığın ilerlemesi için araştırmalarda bulunması gereken üniversitelerimizin, temel eğitim sistemimizdeki güdümlü yönetim kavramına dahil edilme çabaları, geleceğimizi tamamen yok olmakla tehdit etmektedir.
Üniversite eğitimi, lise eğitimi gibi bilgilerin öğrencilere yüklendiği bir sistem değildir. Öğrenciye, doğru bilgiye nereden nasıl ulaşacağı ve öğrendiklerini yorumlaması öğretilir. Üniversite öğrencisinin sürekli daha iyiyi araması, muhalefet edip yorum yapabilmesi gereklidir.
Bu da isyankar olarak gördüğümüz neslin aslında ne kadar doğru yolda ilerlediğinin bir göstergesidir. İtiraz edecekler, kendilerine göre kabulleri olacak ki daha önce onlara verdiğimiz temel üzerine geleceğimizi kursunlar. Bizim göremediklerimizi görsünler, bizden daha ileri gitsinler. Bizim söylediklerimizi değil öğrettiklerimiz ışığında en doğruyu kendilerine göre bulsunlar...
Böyle bir nesil yetiştirecek üniversitenin başına geçmek de bazı meziyetler ister. Herhangi bir parti veya ideoloji üzerine kendini kanıtlamaya çalışmış, belli kalıplar içinde kalmış birisi olmamalı mesela. O, üniversitesinin akademisyenleri tarafından, yine aynı üniversitede uzun yıllar görev almış, öğrenciler yetiştirmiş, gelişmeye açık, kalıplaşmaya karşı, sevilen yöneticileri arasından seçilmelidir.
Aksi takdirde, temel eğitimde kaybettiğimiz kuşakları üniversite çağlarında da kazanamayacağız.
Bilimin ideolojisi, partisi, görüşü olmadığı gibi, Solcu üniversite, sağcı üniversite diye bir şey de olmaz, olamaz. Sadece; her görüşün tartışılabildiği, tüm fikirlerin özgürce anlatılabildiği, aklın yolunun bir olduğu mekanlar vardır. Yöneticileri de akademik kadroları da bunun garantisi olmalıdır...
Dolayısıyla, Rektörleri de siyasi parti ilçe başkanlığına, milletvekili adaylığına veya muhalefet taraftarlığına bakılmadan, aydın olmalarına, makalelerinde hangi bilgileri aktardıklarına, kaç öğrencisinin başarılı dereceler aldığına, hangi araştırmalarda neler ürettiğine, varsa üniversite gelecek programına göre seçilmelidir.
Üniversitelerimiz ülkemizin nadir kurumlarıdır. Hiç birisi, bir ideolojinin, bir görüşün, bir adamın temsilciliğini yapmamalıdır. Sadece ve sadece, ilim, irfan yurdu olmalıdır...
Üniversitelerimiz özerk kalmalıdır...