Geçtiğimiz haftanın gündemi “Sevgilisi tarafından darp edilen kadını” kurtarmak için müdahale ederken katil olan Kadir Şeker'di. Yaklaşık sekiz ay önce gerçekleşen malum olayın aktörleri ise 17 ayrı suçtan sabıkalı, uyuşturucu kullanan bir (maktul) ve Fen lisesi mezunu Tıp fakültesine hazırlanan pırıl pırıl bir genç (katil) idi. Geçtiğimiz hafta sonuçlanan dava neticesinde Kadir Şeker (katil) 12 yıl, 6 ay hapis cezası aldı. Unutulmaya yüz tutmuş bu olay böylece tekrar gündem oluşturdu.
Sekiz ay önce olay olduğunda da, dava sonucu açıklandığında da maktul mağdur olmasına rağmen katil mağdurmuş gibi bir algı hep ülke gündeminde oldu.. Bir kadına şiddet olayını durdurmak, önlemek için gelecek vadeden parlak bir gencin umutları, hayalleri söndü diye yorumlayanlarda oldu, ucuz kahramanlık peşinde olduğunu, yanında neden meyve bıçağı taşıdığını sorgulayanlarda oldu.. Bu gencin ağır bir şekilde cezalandırılmasından dolayı artık toplum içinde insanların şiddet hareketlerine karşı müdahil olmayacağı, insanların nemelazımcı olacağı ve şiddet olaylarına karşı duyarlı olmayacağı yönünde fikirler de oldu.
Ben bir hukukçu değilim, hukuk herkesin ahkam kesebileceği, yorum yapabileceği, sosyal medyada atıp tutabileceği bir alan değil. Çok kapsamlı ve bizlerin önemsiz gördüğü detayların aslında çok önemli olduğunun görülebileceği, uzmanlık ve bilgi gerektiren bir sistem.. Anayasadan, Türk Ceza Kanunundan, Yargıdan, avukatlardan, hakimlerden, savcılardan bahsedecek kadar ne bilgim var ne de haddim..
Konunun sosyal yönünü sosyolojik olarak irdelemek, gözlemlerimi sizlerle paylaşmakta bir beis görmüyorum. Son yıllarda farklı bir adalet anlayışı doğdu ülkemizde.. “Sosyal medya” adaleti.. Biraz açarsak hukuk mevzuatı ve içtihatlara dayandırılmadan toplum üzerinde oluşan infiallerden dolayı oluşturulan hukuki olmayan adalet ya da hak arama mücadelesi diyebiliriz. Ya da “Sosyal medyanın” Yargı üzerinde baskı sağlama çabası, etkisi..
Peki bu ihtiyaç nerden hasıl oldu? Ya da neden insanlar durduk yere sistematik bir şekilde ortak paydada buluşup adalet istemeye başladılar?
Ülkemizde artık insanlar özellikle taciz, tecavüz, şiddet, cinayet gibi toplumda ağır karşılığı olan suçların cezai karşılığının çok ağır olmamasından şikayetçiler. Artık insanlar bu ağır suçların zanlı, fail ya da şüphelilerinin “Adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasından veya tutuklanmamasından” rahatsızlar. Şüphelinin teşhisinin yapıldığı, her türlü delilin şüphelinin aleyhine olduğunun belgelerle ispatına rağmen kişinin serbest bırakılması toplum vicdanını yaralamakta ve sosyal medya baskısıyla gereken cezai işlemin ya da tutuklanmanın gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu gayet doğal bir toplumsal reflekstir. Toplumu derinden yaralayan ve toplumda büyük infial oluşturan özellikle çocuk tecavüz ve cinayet zanlıları hakkında idam cezasının geri gelmesi konusu sosyal medyada azımsanmayacak derecede çok taraftar da bulmaktadır.
Özellikle kadına şiddet, taciz, tecavüz, kadın cinayetleri, çocuk taciz ve cinayetleri konusu sosyal medyada hak ve adalet arama konusunda başı çekti. Ölüm sebebi kayıtlara “intihar” olarak geçecekken sosyal medyada yaratılan kamuoyu üzerine olayın seyrinin “cinayet” e doğru dönüştüğü Şule Çet davası bunun örneklerinden biridir. Yine ülke gündeminde uzunca süre yer alan 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan'ın ölümünün yüksekten düşme değil arabayla çarpma olayı şüphesine dönme olayı da başka bir örnektir. Bunun gibi birçok olayda sosyal medyanın etkisi ile davaların seyri değişmiş, zanlılar değişmiş, olayların gerçekleşme sebepleri ve sonuçları değişmiştir. Önce serbest bırakılan ama daha sonra #musaorhantutuklansın etiketiyle gündem olan cinsel taciz zanlısı Uzman Çavuş Musa Orhan sosyal medya tepkileri sayesinde tekrar tutuklandı.
Sosyal medyada adalet arama olayı sadece şiddet konularında değil toplumsal sorunlar ve çevre ile ilgili sorunlarında gündeme gelmesinde çok etkili olmuştur. Bunları biraz hatırlayacak olursak; Kaz Dağlarında Kanadalı bir firmaya altın arama ruhsatı verildiğini, orada binlerce ağacın firma tarafından kesildiğini ve olayın ciddi bir boyutta olduğunu Sosyal medyadaki görseller sayesinde algılayabildik.. On binlerce kişi sosyal medyadan örgütlenerek “Su ve Vicdan” nöbeti tuttu. Bunun sonucunda firmanın ruhsatı yenilenmedi ve maden çalışmaları durdu.
Gümüşhane'de yer alan “Dipsiz Göl” ün define aramak için kurutulması ve dibinin kazınması olayı keza.. Kaçak bir kazı değil, Gümüşhane Valiliği ve Kültür Turizm Müdürlüğünün yasal izni Müze müdürlüğü ve jandarma ekiplerinin gözetiminde yapılan bir “define” kazısıydı. Ne zaman ki gölün define için kurutulduğuna dair bilgi ve görseller sosyal medyada yer aldı bu saçma olayda payı ve ihmali olanlar o zaman açığa alındı.
Yine trafikte tartıştığı hamile bir kadına tekme tokat dalan ve görüntülerin sosyal medyaya düşmesi sayesinde ceza almış olan Baklavacı Seydioğlu Kardeşler'i de unutmadık.
Sonuç itibarıyla..
Duygusal insanlarız, Türk ırkı olarak tarih sahnesinde yer aldığımız günden bugüne her daim mazlumun yanında ve koruyucusu olduk. Sosyal medyada hak adalet aramak, gündemde olacak konuları ön plana çıkarmak, adaleti sağlamakta görevli kişilere yardımcı olmak toplumsal bilincin ve sorumluluğun kazanılması açısından çok önemli.. Günümüzde artık Sosyal medyanın hızına, kararlılığına hatta ve hatta etkisine yazılı ve görsel basının ulaşması çok zor. Yazılı ve görsel basın şu dönemde Sosyal medyayı sosyal medya tabiriyle de gerçek manada da “takip eder”..
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Adaletin hakkınca tecelli etmesi adına bilinçli olalım ve bu konuda Sosyal medya aracılığıyla gündem oluşturalım, yargı görevlilerine yardımcı olalım amaaaa..
Kendi adaletimizi kendimiz sağlamayalım..
Günün sözü : Suçlunun beraat ettiği yerde Yargıç hüküm giyer.
Sağlıcakla kalın..