Esra GÜREL ŞEN
Köşe Yazarı
Esra GÜREL ŞEN
 

Ayna Olabilmek

Geçenlerde bir restorana gittik. Porsuk nehrinin kenarında kocaman bakımlı bir bahçesi olan çok güzel bir mekan. Masamıza kurulup sıcak yaz akşamının tadını çıkararak yemeklerimizi yemekti niyetimiz. Restoran tamamen doluydu. Bizim sağımızdaki masada oturan sevimli ailenin üç küçük çocukları var ve sanırım oldukça yaramazlar.   Büyük olanlar, yerlerinde hiç oturmuyorlar.  Birer ışıklı Scooter’ ları var. Yeni alınmış anlaşılan, ikisi de hiç üzerinden inmiyor. Henüz abilerine katılamayacak kadar küçük olansa restoranın kendisine tahsis etmiş olduğu mama sandalyesinde eline tutuşturulmuş telefonla oynuyor. Arada sırada annesinin ağzına tıkıştırdığı yiyecekle gürültülü çizgi filmini izlemeye devam ediyordu. Çocuklar, bahçenin kilitli parke taşı döşeli zemininde bu araçları sürdükçe sürekli takır tukur bir ses çıkıyor. Araçlar çocuklara yeni alındığından olacak kullanmasını da tam bilmiyorlar. Öğreten de yok.  Sürekli bir yerlere çarpıyorlar.  Bu genellikle çevredeki ağaçlar veya diğer müşteri masaları oluyor ya da takılıp tökezliyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi çocukların çığlıkları, kahkahaları bu gösteriye durmaksızın eşlik ediyor. Her tökezlediklerinde düşecekler diye bütün müşterilerin yüreği ağzına geliyor.  Her masaya çarptıklarında masanın üzerindekiler devrilecek diye bir kaos oluşuyor. Fakat anne ve baba kendi konuşmalarına o kadar dalmışlar ki çocuklarının oyunlarından ve gürültülerinden bihaberler. Bırakın etrafı ne kadar rahatsız ettiklerini düşünmek düşüp bir yerlerini yaralamalarından bizler kadar korkmuyorlar. Çocuklar arada sırada yanlarına geldiklerinde onların sorularını geçiştiriyor, yemeklerini yemeleri için onları zorluyor ve başlarından savıyorlar. Birkaç müşterinin garsonlardan yardım istemesi üzerine uyarıldılar. Ancak özür dileyip çocuklarına sahip çıkmaları beklenirken birden celallenen baba nerdeyse garsonu tartaklayacaktı. Anne ise başka bir alem. Çocukları için endişeleneceğine onları daha çok oynamaları için teşvik etti. Sonuç çocukların şımarık gülüşleri, taşlara sürtünen tekerlerin çıkardığı korkunç sesler ve güzel bir akşam geçirmek için oraya gelmiş olan insanların mutsuzlukları ile gece son buldu. Maalesef son yıllarda bunu toplumun pek çok kesiminde üzülerek görüyorum. Çocuklar adeta bütün kurallardan muafmışlar gibi ortalığa salınıveriyorlar. Hepsi çok zeki, algı düzeyi çok yüksek çocuklarımız da yönlendirilmeleri olmadığından bunu istedikleri gibi kullanıyorlar. Hele o telefonlar yok mu?  Çocukların ellerinde birer oyuncak gibi. Sanırım ebeveynlerin kolayına geldiğinden zararlı olabilecekleri hiç düşünülmeden çocukların ellerine tutuşturuluyor ve böylece onlarla ilgilenilmesi gereken zaman ailelerce hoyratça harcanıyor. Çocuklar memnun, aileler memnun. Şimdilik öyle görünüyor fakat sonrası ne olacak hiç düşünülmüyor. Bilinçli yapıldığını zannetmiyorum ancak çocuklarımızın yani geleceğimizin telefonlardan neleri öğrendiklerini çok merak ediyorum. Ben bir çocuk eğitmeni, bir çocuk doktoru ya da bir çocuk psikoloğu değilim. Sadece iki çocuk yetiştirmiş bir anneyim. Bunu yaparken benim de pek çok doğrularım ve yanlışlarım olmuştur muhakkak. Çocukların özgür büyümelerinden yanayım. Kendi çocuklarımı da öyle büyüttüm. Baskılar, korkular hele hele şiddet hiç olmamalı çocuklarımızın hayatında. Onlar özgürce düşünebilmeli, konuşabilmeli ve yapabilmeliler. Ancak bunu yaparken onlara bizim özgürlüğümüzün başkalarının özgürlüğünü gasp etmemesi gerektiği öğretilmeli. Dijital bir çağda yaşıyoruz. Elbette çocukları zamanın getirilerinden uzak tutmak olanaksız. Tutul mamalılarda zaten ama bu yapılırken telefonlar, tabletler, bilgisayarlar yerine bizimle geçirecekleri kaliteli zamanların ne kadar önemli olduğu göz ardı edilmemeli bence. Toplum kuralları, ahlak kuralları çocuklara kavrayabilecekleri şekilde anlatılmalı. Bu okullarda öğretmenlerin görevi olduğu kadar gerçek sorumlunun, çocuğun ailesi olduğu unutulmamalı. Annelerin ve babaların çocuğu özgür bırakmanın onu ne yaparsa yapsın kabilinden salıvermek olmadığını öğrenmeleri gerekiyor. Çocuğun özgür büyümesi demek, bence, fikirlerini korkmadan ifade edebilmesi, ifade edebilmeyi öğrenmesi demek. Bir şey söylediğinde dikkate alınarak dinlenmesi demek. Ona bir şey anlatıldığında aynı dikkatle dinlemesini öğrenmesi demek. Çocuğun özgür büyümesi, sorumluk alması ve sorumluluğun bilincinde olması demek. Saygıyı öğrenmesi dolayısıyla hem kendine saygısızlık edilmesini önlemesi hem de karşısındaki canlıların da en az kendisi kadar saygıyı hak ettiklerini bilmesi demek. Çocuğun özgür büyümesi demek, haksızlıklara uğramaması demek. Haksızlığa uğramadığı gibi haksızlık karşısında buna karşı çıkabilecek cesarette yetiştirilmesi demek.  Bütün bu yazdıklarıma daha yüzlerce madde ekleyebiliriz. Unutulmaması gereken en önemli şey çocuklarımızın ilk rol modellerinin her zaman anne ve babalarının olacağıdır. Anne ve baba birbirine, çevrelerine ve diğer insanlara ve elbette çocuklarına karşı nasıl davranıyorlarsa çocuklarda onlara benzeyecektir. Bu konularda uzman bir arkadaşım şöyle der. “Öğrenmek mi? Anlamak mı? Öğretiyoruz ama anladığından emin miyiz?” Emin olabilmemiz için öğretmemiz yetmeyebilir ona göstermeli ve kendimizi, çocuğumuza karşı ayna olarak kullanmalıyız. Eşim sebze yemeyi pek sevmezdi. O nedenle de evde sebze piştiği gün yemekten pek hoşnut olmazdı. Bir gün ne olduğunu şimdi hatırlamadığım bir yemek yaptım. Büyük kızım, o zamanlar henüz yedi sekiz yaşlarında, tabağına yemek konulur konulmaz eliyle itti ve “İğrenç, ben bunu yemem,” dedi. Çok şaşırdık tabii. Eşim öfkelendi, “Bu nimet, sen nasıl olur da nimete hakaret edersin? Onu bulamayan kaç insan var bu dünya da biliyor musun?” diye söyleve başlamıştı ki; kızım ailemiz için tarihi önemi olan o cümleyi kuruverdi. “Peki, baba. Sen niye sebzeleri yemiyorsun? Onlar nimet değil mi?” Eşim sustu şöyle bir bana baktı bir an düşündü sonra, “Esra, ben en çok hangi yemeği sevmiyorum ve pişmesini istemiyorum?” diye soruverdi. Tereddütsüz, “Bamya,” dedim cevap olarak. “O zaman yarın bu evde bamya pişecek ve hepimiz yiyeceğiz. Çok haklısın kızım ben de hata yapmışım. Bundan sonra bu evde her yemek yenecek. En sevmediğimizi düşündüğümüzden bile üç kaşık yiyeceğiz söz mü?” O gün bugündür bizim evde hiçbir fakat o gün anne baba olarak biz de bir şey öğrendik. Öğretmek yeterli değil anlamasını sağlamalıyız. Bunun içinde örnekler göstermeli ve öncelikli örnek de kendimiz olmalıyız. Unutmayalım ki bir gün gelecek bizim devrimiz bitecek ve çocuklarımız bu dünyada yaşayacaklar. Onlarda kendi devirleri süresince kendi çocuklarını yetiştirecekler. Bu çok akıllı, çok becerikli çocukları kendi hallerine bırakır onları sadece iyi okullarda okutup, çok para kazanabilecekleri işlere yönlendirmek yeterli değil. Her anne baba evladı için en iyisini ister. Onları iyi okullarda okutmalıyız elbette. Bilgilerini, görgülerini artırmalıyız geleceğe hayırlı evlatlar bırakmalıyız. Bunu yaparken de ilk okullarının bizler olduğunu asla aklımızdan çıkartmamalıyız. Elbette çocuklarımız bizler gibi olmayacaklar. Onlar bizlerden çok daha ileride, geleceğe ışık tutacak farklı bireyler olarak büyüyecekler. Fakat unutmamalıyız ki bizim yanımızda oldukları sürece aynaları bizler olacağız. Aileleri olarak onlara, ne kadar çok doğruyu ve iyiyi yansıtabilirsek gelecekte onların oluşturacağı tolum da bu yansımaların uzantısı olacaktır. Sağlık ve esenlik içinde kalın efendim. Sürç i lisan ettimse affola.

Ayna Olabilmek

Geçenlerde bir restorana gittik. Porsuk nehrinin kenarında kocaman bakımlı bir bahçesi olan çok güzel bir mekan. Masamıza kurulup sıcak yaz akşamının tadını çıkararak yemeklerimizi yemekti niyetimiz. Restoran tamamen doluydu. Bizim sağımızdaki masada oturan sevimli ailenin üç küçük çocukları var ve sanırım oldukça yaramazlar.   Büyük olanlar, yerlerinde hiç oturmuyorlar.  Birer ışıklı Scooter’ ları var. Yeni alınmış anlaşılan, ikisi de hiç üzerinden inmiyor. Henüz abilerine katılamayacak kadar küçük olansa restoranın kendisine tahsis etmiş olduğu mama sandalyesinde eline tutuşturulmuş telefonla oynuyor. Arada sırada annesinin ağzına tıkıştırdığı yiyecekle gürültülü çizgi filmini izlemeye devam ediyordu. Çocuklar, bahçenin kilitli parke taşı döşeli zemininde bu araçları sürdükçe sürekli takır tukur bir ses çıkıyor. Araçlar çocuklara yeni alındığından olacak kullanmasını da tam bilmiyorlar. Öğreten de yok.  Sürekli bir yerlere çarpıyorlar.  Bu genellikle çevredeki ağaçlar veya diğer müşteri masaları oluyor ya da takılıp tökezliyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi çocukların çığlıkları, kahkahaları bu gösteriye durmaksızın eşlik ediyor. Her tökezlediklerinde düşecekler diye bütün müşterilerin yüreği ağzına geliyor.  Her masaya çarptıklarında masanın üzerindekiler devrilecek diye bir kaos oluşuyor. Fakat anne ve baba kendi konuşmalarına o kadar dalmışlar ki çocuklarının oyunlarından ve gürültülerinden bihaberler. Bırakın etrafı ne kadar rahatsız ettiklerini düşünmek düşüp bir yerlerini yaralamalarından bizler kadar korkmuyorlar. Çocuklar arada sırada yanlarına geldiklerinde onların sorularını geçiştiriyor, yemeklerini yemeleri için onları zorluyor ve başlarından savıyorlar. Birkaç müşterinin garsonlardan yardım istemesi üzerine uyarıldılar. Ancak özür dileyip çocuklarına sahip çıkmaları beklenirken birden celallenen baba nerdeyse garsonu tartaklayacaktı. Anne ise başka bir alem. Çocukları için endişeleneceğine onları daha çok oynamaları için teşvik etti. Sonuç çocukların şımarık gülüşleri, taşlara sürtünen tekerlerin çıkardığı korkunç sesler ve güzel bir akşam geçirmek için oraya gelmiş olan insanların mutsuzlukları ile gece son buldu.

Maalesef son yıllarda bunu toplumun pek çok kesiminde üzülerek görüyorum. Çocuklar adeta bütün kurallardan muafmışlar gibi ortalığa salınıveriyorlar. Hepsi çok zeki, algı düzeyi çok yüksek çocuklarımız da yönlendirilmeleri olmadığından bunu istedikleri gibi kullanıyorlar. Hele o telefonlar yok mu?  Çocukların ellerinde birer oyuncak gibi. Sanırım ebeveynlerin kolayına geldiğinden zararlı olabilecekleri hiç düşünülmeden çocukların ellerine tutuşturuluyor ve böylece onlarla ilgilenilmesi gereken zaman ailelerce hoyratça harcanıyor. Çocuklar memnun, aileler memnun. Şimdilik öyle görünüyor fakat sonrası ne olacak hiç düşünülmüyor. Bilinçli yapıldığını zannetmiyorum ancak çocuklarımızın yani geleceğimizin telefonlardan neleri öğrendiklerini çok merak ediyorum.

Ben bir çocuk eğitmeni, bir çocuk doktoru ya da bir çocuk psikoloğu değilim. Sadece iki çocuk yetiştirmiş bir anneyim. Bunu yaparken benim de pek çok doğrularım ve yanlışlarım olmuştur muhakkak. Çocukların özgür büyümelerinden yanayım. Kendi çocuklarımı da öyle büyüttüm. Baskılar, korkular hele hele şiddet hiç olmamalı çocuklarımızın hayatında. Onlar özgürce düşünebilmeli, konuşabilmeli ve yapabilmeliler. Ancak bunu yaparken onlara bizim özgürlüğümüzün başkalarının özgürlüğünü gasp etmemesi gerektiği öğretilmeli. Dijital bir çağda yaşıyoruz. Elbette çocukları zamanın getirilerinden uzak tutmak olanaksız. Tutul mamalılarda zaten ama bu yapılırken telefonlar, tabletler, bilgisayarlar yerine bizimle geçirecekleri kaliteli zamanların ne kadar önemli olduğu göz ardı edilmemeli bence. Toplum kuralları, ahlak kuralları çocuklara kavrayabilecekleri şekilde anlatılmalı. Bu okullarda öğretmenlerin görevi olduğu kadar gerçek sorumlunun, çocuğun ailesi olduğu unutulmamalı. Annelerin ve babaların çocuğu özgür bırakmanın onu ne yaparsa yapsın kabilinden salıvermek olmadığını öğrenmeleri gerekiyor. Çocuğun özgür büyümesi demek, bence, fikirlerini korkmadan ifade edebilmesi, ifade edebilmeyi öğrenmesi demek. Bir şey söylediğinde dikkate alınarak dinlenmesi demek. Ona bir şey anlatıldığında aynı dikkatle dinlemesini öğrenmesi demek. Çocuğun özgür büyümesi, sorumluk alması ve sorumluluğun bilincinde olması demek. Saygıyı öğrenmesi dolayısıyla hem kendine saygısızlık edilmesini önlemesi hem de karşısındaki canlıların da en az kendisi kadar saygıyı hak ettiklerini bilmesi demek. Çocuğun özgür büyümesi demek, haksızlıklara uğramaması demek. Haksızlığa uğramadığı gibi haksızlık karşısında buna karşı çıkabilecek cesarette yetiştirilmesi demek.  Bütün bu yazdıklarıma daha yüzlerce madde ekleyebiliriz. Unutulmaması gereken en önemli şey çocuklarımızın ilk rol modellerinin her zaman anne ve babalarının olacağıdır. Anne ve baba birbirine, çevrelerine ve diğer insanlara ve elbette çocuklarına karşı nasıl davranıyorlarsa çocuklarda onlara benzeyecektir. Bu konularda uzman bir arkadaşım şöyle der.

“Öğrenmek mi? Anlamak mı? Öğretiyoruz ama anladığından emin miyiz?”

Emin olabilmemiz için öğretmemiz yetmeyebilir ona göstermeli ve kendimizi, çocuğumuza karşı ayna olarak kullanmalıyız.

Eşim sebze yemeyi pek sevmezdi. O nedenle de evde sebze piştiği gün yemekten pek hoşnut olmazdı. Bir gün ne olduğunu şimdi hatırlamadığım bir yemek yaptım. Büyük kızım, o zamanlar henüz yedi sekiz yaşlarında, tabağına yemek konulur konulmaz eliyle itti ve “İğrenç, ben bunu yemem,” dedi. Çok şaşırdık tabii. Eşim öfkelendi, “Bu nimet, sen nasıl olur da nimete hakaret edersin? Onu bulamayan kaç insan var bu dünya da biliyor musun?” diye söyleve başlamıştı ki; kızım ailemiz için tarihi önemi olan o cümleyi kuruverdi.

“Peki, baba. Sen niye sebzeleri yemiyorsun? Onlar nimet değil mi?”

Eşim sustu şöyle bir bana baktı bir an düşündü sonra, “Esra, ben en çok hangi yemeği sevmiyorum ve pişmesini istemiyorum?” diye soruverdi.

Tereddütsüz, “Bamya,” dedim cevap olarak.

“O zaman yarın bu evde bamya pişecek ve hepimiz yiyeceğiz. Çok haklısın kızım ben de hata yapmışım. Bundan sonra bu evde her yemek yenecek. En sevmediğimizi düşündüğümüzden bile üç kaşık yiyeceğiz söz mü?”

O gün bugündür bizim evde hiçbir fakat o gün anne baba olarak biz de bir şey öğrendik. Öğretmek yeterli değil anlamasını sağlamalıyız. Bunun içinde örnekler göstermeli ve öncelikli örnek de kendimiz olmalıyız.

Unutmayalım ki bir gün gelecek bizim devrimiz bitecek ve çocuklarımız bu dünyada yaşayacaklar. Onlarda kendi devirleri süresince kendi çocuklarını yetiştirecekler. Bu çok akıllı, çok becerikli çocukları kendi hallerine bırakır onları sadece iyi okullarda okutup, çok para kazanabilecekleri işlere yönlendirmek yeterli değil. Her anne baba evladı için en iyisini ister. Onları iyi okullarda okutmalıyız elbette. Bilgilerini, görgülerini artırmalıyız geleceğe hayırlı evlatlar bırakmalıyız. Bunu yaparken de ilk okullarının bizler olduğunu asla aklımızdan çıkartmamalıyız. Elbette çocuklarımız bizler gibi olmayacaklar. Onlar bizlerden çok daha ileride, geleceğe ışık tutacak farklı bireyler olarak büyüyecekler. Fakat unutmamalıyız ki bizim yanımızda oldukları sürece aynaları bizler olacağız. Aileleri olarak onlara, ne kadar çok doğruyu ve iyiyi yansıtabilirsek gelecekte onların oluşturacağı tolum da bu yansımaların uzantısı olacaktır.

Sağlık ve esenlik içinde kalın efendim. Sürç i lisan ettimse affola.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.