MS. 537 yılında Mimarları Miletli İsidoros ve Trallesli (Aydın) Anthemius tarafından denizden 31'87 metre rakımlı tepeye, 55,60 m yüksekliğinde inşaa edilmiştir.
Tam 1483 yıl önce yapılan bina zamanında Piramitlerden sonraki en büyük yapı olma özelliğini de elinde bulunduruyordu…
Dört filayağı (büyük kolon) üzerinde duran, 31,60 metre çapındaki kubbesi ile MS 126 yılında yapılan Roma'daki 43,2 metre kubbe çaplı Pantheon tapınağından sonraki en büyük kubbedir.
Ancak hiç kuşku yoktur ki yine zamanının iç hacmi en büyük olan binasıdır. Bu özelliği ile en büyük bina olma vasfını alması doğrudur.
Yapımında, Mısır'dan, Efes'ten, Artemis Tapınağından ve Anadolu'nun pek çok bölgesinden sütunlar, mermerler ve yapı malzemeleri getirtilerek yapılan bina Dönemin Roma medeniyetinin bir sentez binası olma özelliğini de üstlenir.
İstanbul'un Fethi 1453 yılına kadar yani yapımından sonra tam 916 yıl boyunca depremler, yangınlar ve Haçlı istilası ile pek çok defa kubbelerinde çökmeler, tamiratlar ve güçlendirmeler yapılmıştır.
Fetihten sonra da pek çok tamirat görmüştür. En önemli güçlendirmeler Mimar Sinan tarafından hesaplanıp uygulanmıştır. Binanın günümüze ulaşmasında bu güçlendirme ve tamiratların çok büyük önemi vardır.
Bir miras olarak Ayasofya; 1483 yaşındaki bina elbette bir dünya kültür mirasıdır. Bu uzun yaşında pek çok deprem, yangın, istila, ayaklanma, savaş, zafer, tören görmüş, hepsine şahitlik etmiş, her birinden izleri bugünlere ulaştırmıştır.
Latin istilasını, Haçlı Seferlerinin yıkımını yaşamış olan mirasımız, Fatih Sultan Mehmet'in 1453'te İstanbul'u fethi ile tam koruma altına alınmıştır. Fetih sırasında Fatih'in bina içine atıyla girdi yalanını çekemeyenler uydurmuştur.
Aksine bina İslam Medeniyetinin korumacı ve saygılı tutumu ile günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti de bu korumacı anlayışı sürdürmekte ve uygulamaktadır. Zaman içinde yapılan tüm değişikliklerle bunların ortaya çıkarılması da Cumhuriyetimizin mirasımıza verdiği değeri ve bu topraklarda yaşamış önceki medeniyetlere duyduğumuz saygıyı göstermektedir.
Bir ibadethane olarak Ayasofya; Hagia Sophia (İlahi Hikmet) anlamı ile kilise olarak inşaa edilmiştir. Yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) de denilmekteydi.
Konstantios'un 361'de tamamlattığı ahşap çatılı ilk kilisenin bir ayaklanmada yanmasından sonra II. Thedosius'un yerine yaptırdığı kilise 415'de tekrar ibadete açılmıştı. Ancak bu kilise de başka bir ayaklanmada yanmıştır. İmparator bu sefer daha büyük ve sağlam olacak şekilde günümüzdeki binayı inşaa ettirmiştir…
Ayasofya, Hıristiyan dini yapılarının hakim planı olan “Bazilika” biçimine göre yapılmıştır. Medeniyet tarihinde hep kıskanılmış olan binanın bir ibadethane olması ayrı bir ironidir.
Evliya Çelebi Seyahatname'sinin bir yazmasından öğrenilen, fakat başka kaynaklarda bulunmayan bilgiye göre, İstanbul'un fethinden birkaç yıl önce yine bir depremde zarar gören Ayasofya'nın kuzey tarafını tamir etmek üzere Ali Neccar adındaki Türk mimarı Edirne'den İstanbul'a gönderilmiştir. Gerekli takviyeyi yapan mimar Edirne'ye döndüğünde müstakbel minarenin kaidesini hazırladığını açıklamıştır…
Fatih, fetihten sonra ilk Cuma namazını Ayasofya'da kılarak, bu büyük yapının cami olduğunu tüm dünyaya ilan etmiş ve fetihin (hükümranlığın) simgesini çakmıştır…
Türk devri içinde önceleri Ayasofya'nın mozaiklerinin bir kısmı görülmekteyken bunların üzeri peyderpey örtülmüş ve XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren hepsi ortadan kaybolmuştur.
Bu zaman sırasında en güzel ve değerli süslemeler Ayasofya'ya yapılmıştır. Dünya şaheseri olan bu süslemeler, hat örnekleri zamanlarının en meşhur Saray sanatçıları tarafından yapılmışlardır.
Uzun yıllar cami olarak hizmet veren yapı Cumhuriyet döneminde 1934 yılında Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmış ve bir müze kimliği ile 10.07.2020 tarihine kadar kullanılmıştır.
Bu sürede elbette orijinal Bizans mozaiklerinin yeniden ortaya çıkartılması korumacılık adına olumluyken, 500 yıllık İslam Medeniyeti katkılarının (halılar, şamdanlar, Kitaplar, vb) dağıtılması da bir o kadar üzücüdür.
Bugün yani 11.07.2020 de gelinen noktada, Ayasofya'nın yeniden cami olarak kullanıma açılması kararı verilmiştir.
Şahsi olarak, bir mimar olarak, ilk önce bu biblo yapının, zaman içinde dünya kültürlerinin birbirleri üzerindeki hükümranlık heveslerinden, Dinlerin savaşlarından yaklaşık 1500 yıldır gördüğü büyük zararlara yenilerinin eklenmemesini, yeni kıskançlıklara yol açmamasını temenni ederim.
İbadethane olarak yeniden kullanıma açılması bir hükümranlık örneği olarak tarihe geçmiştir. Bunun gibi sahiplik gösterilerine ihtiyaç duyduğumuz kadar, bu binanın kimliğine de sahip çıkacağımızı umut eder, Anadolu Medeniyetlerinin tümünü gelecek kuşaklara – hükümran toplum olarak -eksiksiz teslim etme vazifemizi tekrar hatırlatırım.
Elbette, böyle bir binada ibadet etmenin anlamı inananlar için çok büyüktür. İnancımızın sevgiyle ve kardeşlikle çok daha güçlendiğini, asıl ibadetin şekilcilikten ziyade yüreklerde olduğunu kavramamızı ve günümüz medeniyetini ileri kuşaklara aktaracak, kendinden önceki örnekleri gibi binlerce yıl ayakta durabilecek yeni yapıları oluşturabilmeyi Yüce Allah'tan niyaz ederim…