Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Dumlupınar’a...

Dumlupınar’a...   Bugün önce biraz geriye gideceğim. Bizim kuşağın okul zamanlarında bayramları nasıl geçirirdik bir hatırlatalım dedim.   O zamanlar, resmî bayramlar ve dini bayramlar diye ikiye ayrılırdı. Dini olanlar, Ramazan ve Kurban Bayramlarını anlatmayayım, büyükleri ziyaret etmeler, beyaz kumaş mendiller arasına konulmuş harçlıklar, kurban kesimleri, kelle ütületmeleri, horoz şekerler, mantar tabancaları, yeni ayakkabılar ilk aklıma geliverenler. Daha da uzatırsam, o günleri yaşamış olanların önce dudak uçları yukarı kıvrılmaya devam eder ama sonunda hep beraber ağlarız. Kaybettiklerimiz aklımıza gelir...   Gelelim Resmî olanlarına. Onlar ayrı birer heyecandı. Okullar açıldıktan sonra beden eğitimi derslerinin çoğunda uygun adım yürümeyi öğrenirdik. Okul bandosuna seçilenler ayrı çalışır, özel hazırlanırlardı. Hatta Bayram yaklaştıkça diğer derslere de girmez çalışma yaparlardı.   Ama en çok çalışılanı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olurdu. Aylar öncesinden okul olarak bir takım koreografiler üzerine çalışır, tekrar tekrar hareketleri yapar ezberlerdik. En sonunda stadyumda tüm il okulları ile birlikte genel provalar yapılır, kostümlüsüyle hazırlıklar tamamlanırdı.   Bayram sabahı erkenden kalkar, yağmur, çamur farketmeden okula giderdik heyecanla. Çoğul cümle kurdum. Çünkü ailecek giderdik. Rahmetli Annem ve Babam, ablamı ve beni izlemeye stadyuma gelirlerdi. Bayramların iptali aklımızın ucundan geçmezdi.   Erkenden okulda toplanırdık. Bayram kıyafetlerimiz üzerimizde olduğu halde sıraya girer hep beraber stadyuma düzenli ordu gibi yürürdük.   Tüm şehirde okullardan öğrencilerin, bandoları eşliğinde düzgün sıralar halinde, öğretmenleri sınıflarının önünde stadyuma doğru yürüdüğünü bir düşünsenize. Ana caddeler ve Stadyum girişi müthiş olurdu, herkesin alkışları arasından geçerek ulaşırdık.   Ben bandodaydım İlkokulda. Blok Flüt çalardık, trampete vururduk....   “On para ver, on para ver. On para yoksa beş para ver...”   (Bu tekerlemeyi o günleri yaşayanlar hatırlayacaklardır. Diğerlerine anlatsınlar...)   Stadyuma varınca, her okul çimlerin üzerinde kendine ayrılan yere sıra halinde girerdi. Sonrasında bayram programı günün anlam ve önemi, şiirler, marşlar, konuşmalar, gösteriler sonrası Resmi Geçit ile son bulurdu. Bizler, yani tüm okul öğrencileri stadyumda protokol önünden uygun adım halinde, okul isimlerimiz sırasıyla anons edilerek geçerdik.   Vali, Belediye Başkanı, Garnizon Komutanı, diğer Erkan ayakta selam verirken, anneler, babalar, dedeler, nineler, kardeşler el sallayıp seslenir siz de gururla okulunuzu temsilen orada yürürdünüz...   Bugün gibi aklımda. Ömrüm boyunca da unutmayacağım...   Hayal gibi, düş gibi...   İşte bizim kuşağımızın ruhu böyle oluştu.   Sonra büyüdük. Üniversiteye geldik. Şanslıydım istediğim bölümde okuyabildim. Şanslıydım çünkü biz tercihlerimizi sınavdan önce yapıyorduk. Aldığımız puanı bilemeden her halde şunu alırım diyerek el yordamı ile üniversiteye girdik...   İşte orada bazı şeylerin aslında farklı olduğunu görmeye başladık. Ülkemiz adına, insanlık adına üretmenin önemini öğrendik. Allah aramızdan ayrılanlara rahmet, hayatta olanlara selamet eylesin iyi hocalarımız vardı, bizi güzel yetiştirdiler...   İlk önce, Üniversitede bilginin lisedeki gibi öğrenciye zorla verilmediğini, öğrencinin kendisinin istediği kadarını alması gerektiğini kavradık. Çünkü ne kadar çok alırsan daha fazlası vardı.   Ayrıca, hakkımızı savunmasını da öğrenirdik, oturmasını, kalkmasını, konuşmayı, geçinmeyi de, mücadeleyi de, arkadaş edinmeyi de, sevmeyi de...   Üniversite sadece bilimden, ilimden, ders notlarından oluşmuyordu. Elbette onlar önemliydi. Ama ayrıca hayatın öğrenildiği, doğru ile yanlışın ayrımının yapılabildiği, aklın yolunun bir olduğu bir yerdi.   Gelecek planlarının yapıldığı, dolayısıyla ileri görüşlü olduğunuz, size her söyleneni doğru kabul etmeyip hepsini akıl süzgecinizden geçirmeyi öğrendiğiniz bir kurumdu.   Bugünlerde üniversite okumamış, hak aramayı hep şiddette görmüş, kendisi gibi düşünmeyenleri düşmanı bilmiş, sevgilisiyle bir parkta elele oturmamışların, ülkemizin en zeki ve seçme üniversite öğrencilerinin, hocalarının, profesörlerinin yapması gerekenler hakkında söylediklerini duydukça hep aklıma o bayram günleri geliyor. İptal edilen törenleri, kutlamaları, binalarıyla birlikte yıkılan kültürümüzü, yapabildikleri anda kaldıracakları Çinili Vazomuz’u, Cumhuriyetimizi gördükçe o törenler, o günkü ruhumuz aklıma geliyor.   Yeniden yürüyorum o heyecanla. Çıkıyorum okulum Gazi Kemal’in kapısından, iniyorum Hükümet Konağının yokuşunu, Pazar yerini, Akademiyi geçip Vazo’ya geliyorum. Geçerken yan gözle bakıp Babam yaptı bunu diyorum, sonra alkışlar korteji sarıyor. İstasyon Caddesinden giriyoruz Kütahya Dumlupınar Stadyumu’na.   Çıkıyoruz meydana, bir zamanlar Mavi Gözlü Dev’in mucizeler yarattığı, zaferler kazandığı Dumlupınar’a...   Sağlıcakla kalın...   Mehmet Gürel      

Dumlupınar’a...

Dumlupınar’a...

 

Bugün önce biraz geriye gideceğim. Bizim kuşağın okul zamanlarında bayramları nasıl geçirirdik bir hatırlatalım dedim.

 

O zamanlar, resmî bayramlar ve dini bayramlar diye ikiye ayrılırdı. Dini olanlar, Ramazan ve Kurban Bayramlarını anlatmayayım, büyükleri ziyaret etmeler, beyaz kumaş mendiller arasına konulmuş harçlıklar, kurban kesimleri, kelle ütületmeleri, horoz şekerler, mantar tabancaları, yeni ayakkabılar ilk aklıma geliverenler. Daha da uzatırsam, o günleri yaşamış olanların önce dudak uçları yukarı kıvrılmaya devam eder ama sonunda hep beraber ağlarız. Kaybettiklerimiz aklımıza gelir...

 

Gelelim Resmî olanlarına. Onlar ayrı birer heyecandı. Okullar açıldıktan sonra beden eğitimi derslerinin çoğunda uygun adım yürümeyi öğrenirdik. Okul bandosuna seçilenler ayrı çalışır, özel hazırlanırlardı. Hatta Bayram yaklaştıkça diğer derslere de girmez çalışma yaparlardı.

 

Ama en çok çalışılanı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olurdu. Aylar öncesinden okul olarak bir takım koreografiler üzerine çalışır, tekrar tekrar hareketleri yapar ezberlerdik.

En sonunda stadyumda tüm il okulları ile birlikte genel provalar yapılır, kostümlüsüyle hazırlıklar tamamlanırdı.

 

Bayram sabahı erkenden kalkar, yağmur, çamur farketmeden okula giderdik heyecanla. Çoğul cümle kurdum. Çünkü ailecek giderdik. Rahmetli Annem ve Babam, ablamı ve beni izlemeye stadyuma gelirlerdi. Bayramların iptali aklımızın ucundan geçmezdi.

 

Erkenden okulda toplanırdık. Bayram kıyafetlerimiz üzerimizde olduğu halde sıraya girer hep beraber stadyuma düzenli ordu gibi yürürdük.

 

Tüm şehirde okullardan öğrencilerin, bandoları eşliğinde düzgün sıralar halinde, öğretmenleri sınıflarının önünde stadyuma doğru yürüdüğünü bir düşünsenize. Ana caddeler ve Stadyum girişi müthiş olurdu, herkesin alkışları arasından geçerek ulaşırdık.

 

Ben bandodaydım İlkokulda. Blok Flüt çalardık, trampete vururduk....

 

On para ver, on para ver.

On para yoksa beş para ver...”

 

(Bu tekerlemeyi o günleri yaşayanlar hatırlayacaklardır. Diğerlerine anlatsınlar...)

 

Stadyuma varınca, her okul çimlerin üzerinde kendine ayrılan yere sıra halinde girerdi. Sonrasında bayram programı günün anlam ve önemi, şiirler, marşlar, konuşmalar, gösteriler sonrası Resmi Geçit ile son bulurdu. Bizler, yani tüm okul öğrencileri stadyumda protokol önünden uygun adım halinde, okul isimlerimiz sırasıyla anons edilerek geçerdik.

 

Vali, Belediye Başkanı, Garnizon Komutanı, diğer Erkan ayakta selam verirken, anneler, babalar, dedeler, nineler, kardeşler el sallayıp seslenir siz de gururla okulunuzu temsilen orada yürürdünüz...

 

Bugün gibi aklımda. Ömrüm boyunca da unutmayacağım...

 

Hayal gibi, düş gibi...

 

İşte bizim kuşağımızın ruhu böyle oluştu.

 

Sonra büyüdük. Üniversiteye geldik. Şanslıydım istediğim bölümde okuyabildim. Şanslıydım çünkü biz tercihlerimizi sınavdan önce yapıyorduk. Aldığımız puanı bilemeden her halde şunu alırım diyerek el yordamı ile üniversiteye girdik...

 

İşte orada bazı şeylerin aslında farklı olduğunu görmeye başladık. Ülkemiz adına, insanlık adına üretmenin önemini öğrendik. Allah aramızdan ayrılanlara rahmet, hayatta olanlara selamet eylesin iyi hocalarımız vardı, bizi güzel yetiştirdiler...

 

İlk önce, Üniversitede bilginin lisedeki gibi öğrenciye zorla verilmediğini, öğrencinin kendisinin istediği kadarını alması gerektiğini kavradık. Çünkü ne kadar çok alırsan daha fazlası vardı.

 

Ayrıca, hakkımızı savunmasını da öğrenirdik, oturmasını, kalkmasını, konuşmayı, geçinmeyi de, mücadeleyi de, arkadaş edinmeyi de, sevmeyi de...

 

Üniversite sadece bilimden, ilimden, ders notlarından oluşmuyordu. Elbette onlar önemliydi. Ama ayrıca hayatın öğrenildiği, doğru ile yanlışın ayrımının yapılabildiği, aklın yolunun bir olduğu bir yerdi.

 

Gelecek planlarının yapıldığı, dolayısıyla ileri görüşlü olduğunuz, size her söyleneni doğru kabul etmeyip hepsini akıl süzgecinizden geçirmeyi öğrendiğiniz bir kurumdu.

 

Bugünlerde üniversite okumamış, hak aramayı hep şiddette görmüş, kendisi gibi düşünmeyenleri düşmanı bilmiş, sevgilisiyle bir parkta elele oturmamışların, ülkemizin en zeki ve seçme üniversite öğrencilerinin, hocalarının, profesörlerinin yapması gerekenler hakkında söylediklerini duydukça hep aklıma o bayram günleri geliyor. İptal edilen törenleri, kutlamaları, binalarıyla birlikte yıkılan kültürümüzü, yapabildikleri anda kaldıracakları Çinili Vazomuz’u, Cumhuriyetimizi gördükçe o törenler, o günkü ruhumuz aklıma geliyor.

 

Yeniden yürüyorum o heyecanla. Çıkıyorum okulum Gazi Kemal’in kapısından, iniyorum Hükümet Konağının yokuşunu, Pazar yerini, Akademiyi geçip Vazo’ya geliyorum. Geçerken yan gözle bakıp Babam yaptı bunu diyorum, sonra alkışlar korteji sarıyor. İstasyon Caddesinden giriyoruz Kütahya Dumlupınar Stadyumu’na.

 

Çıkıyoruz meydana, bir zamanlar Mavi Gözlü Dev’in mucizeler yarattığı, zaferler kazandığı Dumlupınar’a...

 

Sağlıcakla kalın...

 

Mehmet Gürel

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Şennur Ay
(20.02.2021 00:04 - #131)
Sağlıcakla kalın siz de, duygukandık gene..ne güzel miş o dönemler, diyeceğimi bilmezdim..döndürdük ya böyle dünyayı tersine; o da tıkadı insanları eve..düşünmeye çok vakit oldu; umarım döneriz tekrar bir çok konuda o güzel dönemlere.. yaşamayınca katılaşıyor insan; ne dersen de; ne yüreği ısınıyor, ne aklı alıyor..özgürlük mü; o da ne..ilk düşünmeyi unutuyor ve düşünen, eyleme dökene karşı oluyor..olsun; yaşiyorsak umut var der, seneka.. Kalemine, hafızana sağlık
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.