Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Düğün...

Geçenlerde bir televizyon programında izlediğim bir haber üzerine not almıştım. Konu; Damadın, haber sunucusunun sorusu üzerine verdiği cevap idi “Biz pandemiden dolayı mağdur olduk” diyordu. “Düğün salonları kapandı, kısıtlandı oysa biz mayısta evlenme programı yapmıştık, şimdi o kadar zarardayız ki; o kadar zamandır ev tuttuk kira veriyoruz, eşya aldık onların taksitleri var…..” falan diye devam ediyordu.   Düğün kültürümüz de her şey gibi maalesef değişti hatta erozyona uğradı.   Pandemiden önce bir dostumuzun düğününe gittik. Gerçi son zamanlarda gittiğim en güzel düğünlerdendi ama yine de kültür değişimimizi görmek mümkündü.    Bence bir toplumun demografik yapısının, sosyolojik değişiminin en güzel göstergesidir düğünler, merasimler...   Bilindiği üzere ben Kütahyalıyım. Her yerde olduğu gibi Kütahya'nın da kendine özgü adetleri, gelenek, görenekleri vardır. Vardı...   İşte bu hafta kaybolan, değişen bu göreneklerden biraz bahsetmek istedim.    Evet kaybettiğimiz veya eskisinin yerine yenisini koyduğumuz göreneklerimizden...   .............   Görenek, örf ve âdetten, hiçbir yaptırım gücü bulunmaması ile ayrılan sosyal davranış tipidir.    Görenekler birkaç kuşak sürebilir ve bazıları yerleşerek gelenek haline gelebilir.   .............   Kütahya'da düğün eylemi, birkaç gün önce yapılan “dürü” lerde başlardı. Dürü; kız tarafının, erkek tarafına hazırladığı hediyelerin, erkek tarafının gönderdiklerinin, gelin kızın çeyizinin eşe dosta (kadınlar arasında) gösterildiği bir toplantıdır. Mesela damada alınan, elbiselik, çamaşırlık kumaşlar, çoraplar, mendiller, kayınvalideye, kayınbabaya görümcelere, kayınbiraderlere, yengelere alınan kumaşlar, onlardan gelenler, oyalı daneler (başörtüleri), vs...    Bizim zamanımızda kravatlar, konfeksiyon ürünleri, ayakkabılar da katılmıştı dürülere...    Yassı kutular içindeki pelur kağıtlarına sarılmış, iç çamaşırları, trikolar, çoraplar, ipekliler, ketenler, masa örtüleri, yatak örtüleri, danteller, göz nurları teker teker açılıp gösterilirdi gelen misafirlere...   Tabi düğün davetiyesi muhakkak vardı. Tüm eş, dost, akraba dolaşılır davetiyeler elden bırakılırdı. Davetiye gönderilmemesi büyük ayıptı. Gönderilmeyen, düğüne gelmez küserdi... Daha eskiden tellal kadınlar dolaşır, teker teker davet ederlermiş. Tabi bahşişlerini de alırlarmış...   Kına gecesi tertip edilirdi, düğünden önceki gün. Kadınlar arasında olan eğlencede, kız tarafından bir yenge, gelinin avucuna, türküler eşliğinde kına yakardı. Kartondan oyularak hazırlanan desenler önce avuca konulur üzerine de kına yayılıp, tülbentle (beyaz ince baş örtüsü) sarılırdı. Tabi tüm genç kızlar da aynı şeyi kendi ellerine yaparlardı. Bir müddet sonra açılan tülbentlerin içindeki avuçlarda, oyulan desenlerden geçen kına kızıl kahve izini bırakmış olurdu.     Eskiler, kınanın eşleri birbirine sevgili yapmak, bir ömür boyu aşklarının devamını sağlamak amacı ile yapıldığını söylemişlerdir. Ayrıca kınanın evlenecek çiftleri nazardan ve kötülüklerden koruyacağına inanılmıştır. Hem gelin hem de misafirlerin ellerine yakılarak, evliliğin bir anlamda kutlanıp kutsanması sağlanmıştır.    Kınanın bir diğer anlamı da "adanmışlık”tır. Yani, gelin adayının eline kına yakmak, hayatını eşine adadığı anlamına gelir. Aynı, kurbanlık koçlara, askere giden erlere de kına yakılması gibi...   Kına gecesi, gelin kızın elbisesi devamlı değiştirilerek, oyunlar oynatılarak ve ağlanarak, ağlatılarak “hem ağlarım hem giderim” ikilemiyle geçirilirdi...   Düğün günü öğleden sonra damat tıraşını olur. Gelin, baba evinde hazırlanır, tüm çeyizi paketlenir ve sandığa (çeyiz sandığı) konulurdu. Akşam üzeri davullar zurnalar, türküler, oyunlar eşliğinde erkek tarafı kız almaya gelirdi...    Gelinin başı kırmızı duvakla örtülür, bekaretin temsili kırmızı kuşak, babası tarafından beline sarılır, Tefbaşı elbise (Kütahya yöresel kıyafetinin ismi) giyilir, duvağın içindeki kavuğun üstüne (ailenin ekonomik durumuna göre) altınlar, mücevherler, boncuklar, tellerle süslenirdi. Bizim kuşağımızda çoktan beyaz gelinlik Tefbaşı'nın yerini almıştı...   Yine ağlamalarla, türkülerle, bereket için avuç avuç atılan pirinçlerle, tatlı dil için saçılan şekerlerle baba evinden uğurlanırdı...   Değişik, her biri zekâ içeren oyunlarla yol kesen çocuklara, damadın sağdıcı bahşişlerini verir, neşe içinde yine davullar, zurnalar eşliğinde baba evine gelinirdi.    Damat kapı eşiğinde annesinin kaldırdığı ayağının altından geçerek, onun sözünden çıkmayacağını gösterirdi. Gelin de koltuğunun altına kıstırılan ekmekle geçer, bereketimle geldim derdi...   Düğün akşamı gelen misafirler, düğün sahiplerince karşılanıp masalarına kadar eşlik edilirdi. Gelinle damat düğünde tüm masaları dolaşır misafirlere hoş geldiniz derken, takı takmak isteyenler bu sırada hediyelerini verirlerdi. Kimi gizli kimi eşkare (göstere göstere)... Düğüne gelen herkese, o düğünün hatırası özel hazırlanmış, “nikah şekeri” verilirdi. Evlerde vitrinlerde senelerce dururdu damatla gelinin isimlerinin yazılı olduğu o hatıralar...   Müzik ve eğlenceye gelince, elektro saz yoktu, Ankaralı Turgut yoktu, kolpa yoktu, özel ders alınıp yapılan dans gösterileri yoktu, iki şarkı slowdance, sonrası bangır bangır oyun havası yoktu...   Kuyruğa girilerek, herkesin önünde, videolar eşliğinde hatta anonslarla yapılan takı törenleri yoktu...   Çektiği fotoğrafları, plastik çerçevelere koyup, dedektif misali insanların peşinde koşan, üç kuruşluk işi 30 liraya veren fotoğrafçılar yoktu...   Hakiki, yedi katlı pastalar kesilirdi, karton maketlere bıçak sürtüp, tabaktaki hazır pastayı ağızlara atmak yoktu...   Çoluk çocuğun, kullanmasını bilmeyenin, sarhoş olanın, belinde, elinde silah yoktu...   Pompalı hiç yoktu...   Kılıçlı garsonlar ve meşale fıskiyeleri arasından salona girmeler yoktu...   Damada, mahsusçuktan yemek yaptırma, çamaşır, bulaşık yıkatma gösterileri yoktu...   Hintliler gibi el üstünde taşınan tahtta, kına gecesine gelinin veya damadın gelmesi yoktu...   Bütün trafiği durdurup, yol ortasında oyun oynayan magandalar yoktu...   Masa altından alkol servisi vardı da gelinle damadın biyografileri ve flört süreçlerinin video gösterimi yoktu...   Flört yoktu... (bizden önce)   Stüdyoda çektirilirdi de parklarda, dere kenarlarında, terkedilmiş fabrikalarda, kovalarken, kaçarken, bakışırken, koklaşırken fotoğraf çekimi yoktu... Her şeyin ticarileştiği, aynı törenin haftada üç beş kere tekrar ettiği, basmakalıp, düğün sarayları yoktu...   Fotokopileriyle oynayanları dolar yağmuruna tutmak yoktu...   Gremisler (gremse altın), Cumhuriyet Altınları, Yarımlıklar, beşibiryerdeler, burgu bilezikler, belki çeyrekler vardı da 22 ayar, 18 ayar, 14 ayar, 8 ayar gram altın, sahte çeyrektik, fotokopi para takmalar yoktu...   Bir de pandemiden dert yanan, düğün yapıp takı toplamayı amaçlayan, evlenme, hayat kurma masraflarını sadece düğünlerdeki (zorunlu) “takı törenlerinde” takılanlara bağlayan damatlar ve gelinler yoktu.    Takılar elbette yeni evlenenlere hayatlarının başında, büyükleri tarafından onlara yapılan maddi yardımlardır. Ama bu adından de anlaşılabileceği gibi sadece bir yardımdır. Zorunluluğu yoktur. Herkes gönlüne ve cebine göre istediğine istediği yardımı yapmakta serbesttir. Bunun zamanı ve yeri de yoktur.   İstisna-i durumlarda (tıpkı içinde bulunduğumuz gibi) düğün yapamayanlara yardım etmek, takı vermek isteyenler, düğün olmasa da bu yardımlarını yapabilirler. Tabi gönüllerinden geliyor ve imkanları uygunsa. Öyle görgüsüzce ilan edilmeden, gizlice de yardımlaşıla bilinir.   Verilen bu takılar, yapılan yardımlar yenilen yemek veya içilen gazozla atılan göbeklerin bedeli veya bir karşılık olarak da görülmemeli tabi. Başlık parası yenice ölmeye başladı toplumumuzda, İnşallah şu takı meselesi de medeniyetimizin nezaketine geri döner…   Görgüsü, aklı, bilgisi olan zaten bundan dert yanmıyor. Ama sanki her şey eskiden daha gerçekti...   Düğün, eş, dost, akraba için yapılırdı, gelin ve damat için değil...

Düğün...

Geçenlerde bir televizyon programında izlediğim bir haber üzerine not almıştım. Konu; Damadın, haber sunucusunun sorusu üzerine verdiği cevap idi “Biz pandemiden dolayı mağdur olduk” diyordu. “Düğün salonları kapandı, kısıtlandı oysa biz mayısta evlenme programı yapmıştık, şimdi o kadar zarardayız ki; o kadar zamandır ev tuttuk kira veriyoruz, eşya aldık onların taksitleri var…..” falan diye devam ediyordu.

 

Düğün kültürümüz de her şey gibi maalesef değişti hatta erozyona uğradı.

 

Pandemiden önce bir dostumuzun düğününe gittik. Gerçi son zamanlarda gittiğim en güzel düğünlerdendi ama yine de kültür değişimimizi görmek mümkündü. 

 

Bence bir toplumun demografik yapısının, sosyolojik değişiminin en güzel göstergesidir düğünler, merasimler...

 

Bilindiği üzere ben Kütahyalıyım. Her yerde olduğu gibi Kütahya'nın da kendine özgü adetleri, gelenek, görenekleri vardır. Vardı...

 

İşte bu hafta kaybolan, değişen bu göreneklerden biraz bahsetmek istedim. 

 

Evet kaybettiğimiz veya eskisinin yerine yenisini koyduğumuz göreneklerimizden...

 

.............

 

Görenek, örf ve âdetten, hiçbir yaptırım gücü bulunmaması ile ayrılan sosyal davranış tipidir. 

 

Görenekler birkaç kuşak sürebilir ve bazıları yerleşerek gelenek haline gelebilir.

 

.............

 

Kütahya'da düğün eylemi, birkaç gün önce yapılan “dürü” lerde başlardı. Dürü; kız tarafının, erkek tarafına hazırladığı hediyelerin, erkek tarafının gönderdiklerinin, gelin kızın çeyizinin eşe dosta (kadınlar arasında) gösterildiği bir toplantıdır. Mesela damada alınan, elbiselik, çamaşırlık kumaşlar, çoraplar, mendiller, kayınvalideye, kayınbabaya görümcelere, kayınbiraderlere, yengelere alınan kumaşlar, onlardan gelenler, oyalı daneler (başörtüleri), vs... 

 

Bizim zamanımızda kravatlar, konfeksiyon ürünleri, ayakkabılar da katılmıştı dürülere... 

 

Yassı kutular içindeki pelur kağıtlarına sarılmış, iç çamaşırları, trikolar, çoraplar, ipekliler, ketenler, masa örtüleri, yatak örtüleri, danteller, göz nurları teker teker açılıp gösterilirdi gelen misafirlere...

 

Tabi düğün davetiyesi muhakkak vardı. Tüm eş, dost, akraba dolaşılır davetiyeler elden bırakılırdı. Davetiye gönderilmemesi büyük ayıptı. Gönderilmeyen, düğüne gelmez küserdi... Daha eskiden tellal kadınlar dolaşır, teker teker davet ederlermiş. Tabi bahşişlerini de alırlarmış...

 

Kına gecesi tertip edilirdi, düğünden önceki gün. Kadınlar arasında olan eğlencede, kız tarafından bir yenge, gelinin avucuna, türküler eşliğinde kına yakardı. Kartondan oyularak hazırlanan desenler önce avuca konulur üzerine de kına yayılıp, tülbentle (beyaz ince baş örtüsü) sarılırdı. Tabi tüm genç kızlar da aynı şeyi kendi ellerine yaparlardı. Bir müddet sonra açılan tülbentlerin içindeki avuçlarda, oyulan desenlerden geçen kına kızıl kahve izini bırakmış olurdu.  

 

Eskiler, kınanın eşleri birbirine sevgili yapmak, bir ömür boyu aşklarının devamını sağlamak amacı ile yapıldığını söylemişlerdir. Ayrıca kınanın evlenecek çiftleri nazardan ve kötülüklerden koruyacağına inanılmıştır. Hem gelin hem de misafirlerin ellerine yakılarak, evliliğin bir anlamda kutlanıp kutsanması sağlanmıştır. 

 

Kınanın bir diğer anlamı da "adanmışlık”tır. Yani, gelin adayının eline kına yakmak, hayatını eşine adadığı anlamına gelir. Aynı, kurbanlık koçlara, askere giden erlere de kına yakılması gibi...

 

Kına gecesi, gelin kızın elbisesi devamlı değiştirilerek, oyunlar oynatılarak ve ağlanarak, ağlatılarak “hem ağlarım hem giderim” ikilemiyle geçirilirdi...

 

Düğün günü öğleden sonra damat tıraşını olur. Gelin, baba evinde hazırlanır, tüm çeyizi paketlenir ve sandığa (çeyiz sandığı) konulurdu. Akşam üzeri davullar zurnalar, türküler, oyunlar eşliğinde erkek tarafı kız almaya gelirdi... 

 

Gelinin başı kırmızı duvakla örtülür, bekaretin temsili kırmızı kuşak, babası tarafından beline sarılır, Tefbaşı elbise (Kütahya yöresel kıyafetinin ismi) giyilir, duvağın içindeki kavuğun üstüne (ailenin ekonomik durumuna göre) altınlar, mücevherler, boncuklar, tellerle süslenirdi. Bizim kuşağımızda çoktan beyaz gelinlik Tefbaşı'nın yerini almıştı...

 

Yine ağlamalarla, türkülerle, bereket için avuç avuç atılan pirinçlerle, tatlı dil için saçılan şekerlerle baba evinden uğurlanırdı...

 

Değişik, her biri zekâ içeren oyunlarla yol kesen çocuklara, damadın sağdıcı bahşişlerini verir, neşe içinde yine davullar, zurnalar eşliğinde baba evine gelinirdi. 

 

Damat kapı eşiğinde annesinin kaldırdığı ayağının altından geçerek, onun sözünden çıkmayacağını gösterirdi. Gelin de koltuğunun altına kıstırılan ekmekle geçer, bereketimle geldim derdi...

 

Düğün akşamı gelen misafirler, düğün sahiplerince karşılanıp masalarına kadar eşlik edilirdi. Gelinle damat düğünde tüm masaları dolaşır misafirlere hoş geldiniz derken, takı takmak isteyenler bu sırada hediyelerini verirlerdi. Kimi gizli kimi eşkare (göstere göstere)...
Düğüne gelen herkese, o düğünün hatırası özel hazırlanmış, “nikah şekeri” verilirdi. Evlerde vitrinlerde senelerce dururdu damatla gelinin isimlerinin yazılı olduğu o hatıralar...

 

Müzik ve eğlenceye gelince, elektro saz yoktu, Ankaralı Turgut yoktu, kolpa yoktu, özel ders alınıp yapılan dans gösterileri yoktu, iki şarkı slowdance, sonrası bangır bangır oyun havası yoktu...

 

Kuyruğa girilerek, herkesin önünde, videolar eşliğinde hatta anonslarla yapılan takı törenleri yoktu...

 

Çektiği fotoğrafları, plastik çerçevelere koyup, dedektif misali insanların peşinde koşan, üç kuruşluk işi 30 liraya veren fotoğrafçılar yoktu...

 

Hakiki, yedi katlı pastalar kesilirdi, karton maketlere bıçak sürtüp, tabaktaki hazır pastayı ağızlara atmak yoktu...

 

Çoluk çocuğun, kullanmasını bilmeyenin, sarhoş olanın, belinde, elinde silah yoktu...

 

Pompalı hiç yoktu...

 

Kılıçlı garsonlar ve meşale fıskiyeleri arasından salona girmeler yoktu...

 

Damada, mahsusçuktan yemek yaptırma, çamaşır, bulaşık yıkatma gösterileri yoktu...

 

Hintliler gibi el üstünde taşınan tahtta, kına gecesine gelinin veya damadın gelmesi yoktu...

 

Bütün trafiği durdurup, yol ortasında oyun oynayan magandalar yoktu...

 

Masa altından alkol servisi vardı da gelinle damadın biyografileri ve flört süreçlerinin video gösterimi yoktu...

 

Flört yoktu... (bizden önce)

 

Stüdyoda çektirilirdi de parklarda, dere kenarlarında, terkedilmiş fabrikalarda, kovalarken, kaçarken, bakışırken, koklaşırken fotoğraf çekimi yoktu...
Her şeyin ticarileştiği, aynı törenin haftada üç beş kere tekrar ettiği, basmakalıp, düğün sarayları yoktu...

 

Fotokopileriyle oynayanları dolar yağmuruna tutmak yoktu...

 

Gremisler (gremse altın), Cumhuriyet Altınları, Yarımlıklar, beşibiryerdeler, burgu bilezikler, belki çeyrekler vardı da 22 ayar, 18 ayar, 14 ayar, 8 ayar gram altın, sahte çeyrektik, fotokopi para takmalar yoktu...

 

Bir de pandemiden dert yanan, düğün yapıp takı toplamayı amaçlayan, evlenme, hayat kurma masraflarını sadece düğünlerdeki (zorunlu) “takı törenlerinde” takılanlara bağlayan damatlar ve gelinler yoktu. 

 

Takılar elbette yeni evlenenlere hayatlarının başında, büyükleri tarafından onlara yapılan maddi yardımlardır. Ama bu adından de anlaşılabileceği gibi sadece bir yardımdır. Zorunluluğu yoktur. Herkes gönlüne ve cebine göre istediğine istediği yardımı yapmakta serbesttir. Bunun zamanı ve yeri de yoktur.

 

İstisna-i durumlarda (tıpkı içinde bulunduğumuz gibi) düğün yapamayanlara yardım etmek, takı vermek isteyenler, düğün olmasa da bu yardımlarını yapabilirler. Tabi gönüllerinden geliyor ve imkanları uygunsa. Öyle görgüsüzce ilan edilmeden, gizlice de yardımlaşıla bilinir.

 

Verilen bu takılar, yapılan yardımlar yenilen yemek veya içilen gazozla atılan göbeklerin bedeli veya bir karşılık olarak da görülmemeli tabi. Başlık parası yenice ölmeye başladı toplumumuzda, İnşallah şu takı meselesi de medeniyetimizin nezaketine geri döner…

 

Görgüsü, aklı, bilgisi olan zaten bundan dert yanmıyor. Ama sanki her şey eskiden daha gerçekti...

 

Düğün, eş, dost, akraba için yapılırdı, gelin ve damat için değil...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.