Çile Cumhuriyetim çile...
Uzunca bir Bayram molasından sonra tekrar merhaba. Daha önce başladığım yazı dizisi Kemalizm, devam edecek. Bu arada araya bunu sıkıştırmak daha iyi gibi geldi. Günceller de önemli…
Cumhuriyet tarihimiz boyunca, kurucularının oluşturduğu, kuruluş ilkeleri, birçok kez sorgulanmış, silinmeye, değiştirilmeye çalışılmıştır.
Geçen bir yüzyılda iki buçuk darbe, iki muhtıra, bir sistem değişikliği yaşadı ulusumuz.
Peki, nedir bu Cumhuriyet dönemleri?
Cumhuriyet’in ilk dönemi malum kuruluş yılları ve biraz daha sonrasıdır. Devrimler ve ilkelerinin büyük bir hevesle uygulandığı tam bir gelişim dönemidir.
II. Cumhuriyet Dönemi, çok partili hayata geçişle, İsmet İnönü iktidarının düşmesi sonucu ortaya çıkan yeni ortamda gelişen ve 50 küsür yıl süren dönemdir.
Bu dönemde yine gelişim söz konusudur ancak devrim ilkeleri ve Kemalizm unutturulmaya başlanmış, Atatürk sadece heykellerde, resimlerde kalmıştır. Bu dönemde O’nu koruma kanunu bile çıkarılarak ilk ihanet işlenmiştir bile...
Sonrası mı?
Hani, “Manda” (başka bir ülkenin himayesini) isteyenler vardı ya...
Veya İslam’ın Türkçeleştirilmesine (anlaşılmasına) karşı olanlar...
Ya da Devrim ilkelerinin yarattığı maddi olumsuzlukları (devletçilik, devrimcilik, halkçılık) gidermek isteyenler...
Dünyasında hep ezilmiş, ama evinde (karısına, kızına zorbalık yapmaya alışmış) arslan kesilenler...
İkinci Dünya Savaşı sırasında ve bitiminde yaşanmış ekonomik sıkıntılarla bunalmış (İnönü’nün borçlanmayan, sıkı mali politikasından sıkılan) vatandaşlar.
Daha da sayabileceğimiz pek çok kabulle zamanının pişirdiği ortamda, Devrimleri sadece kitaplara yazdırmış ama uygulama sürecini askıya alan dönem yani II. Cumhuriyet’in başlangıcıdır.
Devamında, ilk darbeden sonra, kırılmış olan direnç ve kurulan düzen ile aslında sistem sadece uyum sağlamış, ekonomi ön plana çıkmış, ikinci büyük ihanet olarak, “Arabesk” denilen mağdur edebiyatı ortaya çıkmıştır.
Zengin oğlan-fakir kız edebiyatı gibi masum bir olgudan fakir ama gururlu bir karakterle kendine acıma sanatının zirvesine çıkılmıştır. Toplumun, bilimle olan bağı kopartılarak, gelişmek yerine güçlenmeye yönlenmesine hatta sonunda, okumuşlara karşı düşmanlığa doğru gitmesine neden olunmuştur...
Aslında toplumun geri gidişini değil düşün kısmını geliştirmesi gereken 70 ideolojileri, (o dönem farkına varılmayan) sırf bu arabesk ve elit ayrımı nedeni ile güç gösterilerine engel olamamıştır.
Pat, ikinci darbe...
Yapılabilecek üçüncü büyük ihanetle, yazıda kalan devrim ilkeleri, bu sefer de ezberletilerek ve sonrasında sınavlarda sorularak “sevilmeyen zorunluluk” haline getirilmiştir...
Sonuçta bu halk, ekonomik açıdan kendini güçsüz kabul edip, dünya nimetlerini ekonomiye bağladığından, diğer dünyayada bari iyi olalım mantığı ile din istismarının kurbanı olmuştur.
Açığı inançla kapatacağını düşünenler bütün güçleriyle ile ona sarılınca, belli gruplara dahil olmuş, böylece de ekonomik darboğazlarından çıkmışlardır.
Cemaatler dönemi ardından ise III. Cumhuriyet Dönemi gelmiştir.
Bu gurup kültürünün eğittiği, yükselttiği, beslediği yöneticiler, çıkarlarına ters geldiğinde gurupçuları harcamaktan geri kalmamıştır.
Artık, ustalık devridir. Hükümranlıktır artık yapılması gereken...
İtibar, büyüklük, hamaset daha önemlidir. Müslümandık Evelallah ama ahlak da neydi ?
Namus sadece kadında vardı...
Güçlü olmak, bunu göstermek anlamındaydı...
Söylenenler, söyleyene göre değerlenirdi, akla göre değil...
Okumak yerine dinlemek daha kolaydı...
İyi çalışmak yerine, çabuk kazanmak amaçtı...
Bir felaketin kötü sonucunun aynı oranda sorumlusu görev sahiplerinin niye önleyemediği değil, sadece sebebinin tartışılmasıydı...
Önlenemeyen felaket sonucunda, her şeyini kaybedenlere, ucuz? Ödemelerle yeni ev yapılmasıydı...
***
Aslında biz şairin söylediği gibiyiz...
“PÜLÜMÜR'ÜN YAŞSIZ KADINI
Pülümür'ün bir dağ köyünde gördüm onu
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz.
Yüzüne baktım bir giz gibi güldü.
Bir asa vardı elinde,
Bir solmuş krallığın
Kadifeden harmanisi üzerinde
Bir Hititliydi o bir Selçukluydu
Bir Ermeniydi bir Kürttü
Bir Türk.
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Koluma girdi bir soylu kadınca
Tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
Beni tek gözlü sarayına götürdü
Köy yapısı kulübesinin.
Zamanı onda yitirdim ben,
Yitik zamanlara onda eriştim
En soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim.
1969”
(Kimin söylediğini bilmeden bir şiiri değerlendirmek...
Anlattığımızı, ön yargıya yendirmemek için ismini yazmıyorum. Bilenler anlayacaktır. Merak edenlere söylerim tabiki.)
Kalın sağlıcakla...