Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Bir Kalıpçı Yeter

Bilirsiniz, yaşadığınız şehirden başka bir yere gittiğinizde, önce oraların meşhur ürünlerini görmek, iyisini, tazesini satın almak, lezzetlisini yemek, güzelini görmek için gezersiniz, alışveriş yaparsınız.   Gittiğiniz yerin nesi ünlü ise ulaşmaya çalışırsınız.   Mesela; Bursa'da “İskender” yenir, İnegöl'de “köfte”, Urfa'da “kebap”, Adana'da “ciğer”, Kastamonu Taşköprü'de “kuyu kebabı”, Van'da “kahvaltı”, Murat Dağı'nda “oğlak çevirme”,  İzmir'de “kumru” veya “boyoz”, Datça'da “kalamar dolma”, Eminönü'nde “balık ekmek”, Trabzon'da “hamsi”, Eskişehir'de ”çibörek”, Kütahya'da “tepsi mantısı”...   Tabi bunlar boğaza hitap edenler...    Ayrıca her yörenin kendine göre başka meşhurları da vardır.    Sinop'un “kotrası” (maket tekneleri), Denizli'nin “Pamukkale'si”, Ağrı'nın “Dağı”, Edirne'nin “Selimiye'si”, Fethiye'nin “Ölü Deniz'i”, Sümela'nın “Manastırı”, Buldan'ın “kumaşı”, Sürmene'nin “bıçağı”, Kapadokya'nın “Peri bacaları”, Diyarbakır'ın “Suriçi” ve “Hevsel Bahçeleri”, Mardin'in “gümüşü”, Artvin'in “yaylası”...   Daha birçok var...   Hepimiz bunları iyi biliyoruz değil mi...?   Veya en azından, Google hazretleri biliyor. Elimizdeki telefonlardan hangi şehirde nelerin meşhur olduğunu öğrenmek mümkün.    Beyler, Hanımefendiler, bir beldeye gittiğinizde meydanlarına bakarak mı orada meşhur ürünleri alıp veriyorsunuz. “Vay be ne güzel 'çatalda köfte' heykelleri var, burada köfte yiyelim” mi diyorsunuz. Ya da “Ne güzel köpürtmüşler ayranı şu heykelde, canım çekti” mi diye geçiyor içinizden.    Kocaman kocaman; Nasrettin Hocalar, havuçlar, pancarlar, üzümler, yeniçeriler, öz çekim yapan şehzadeler...   Ben bekliyorum, Çengelköy'e Kocaman bir “Hıyar” heykeli. Veya Beykoz'da meydana bir “Paça çorbası” heykeli. Belki Tekirdağ'da en merkezi yere, Tekel İşletmesinin ürünü olan Tekirdağ'la özdeşleşmiş ürününün, dört parmak izli etiketiyle kocaman şişesini. O zaman “bir büyüğe sormaya” oraya gideriz. Hayret, Yılmaz Büyükerşen Hoca bir çibörek heykeli yapmamış Eskişehir'in meydanlarından birine…   Aslında boynu bükük kaldı, hayat kadını, eşcinseli, teröristi, yobazı, ırkçısı, yankesicisi meşhur bölgelerin...   Kalıpla heykel yapanlar (Heykeltıraş diyemiyorum), toplumumuzdaki yozlaşma oranına göre, önümüzdeki dönemde, son söylediklerimi de üretim programlarına alacaklardır...   Nedir bu heykel merakı, nereden geliyor!!!    Bir yerleşimde yapılmış olan sanat eserleri, orada yaşayanların kültürünün, gelişmişliğinin, ekonomik durumunun göstergesidir.    Mesela Samsun övünür at üstünde şaha kalkmış Atatürk heykeliyle. İlk orda yapılmıştır bu heykel. Zordur bu heykeli o zamanlarda yapmak, iki ayak üstünde bir atı dengede tutmak... Simgesi olmuştur Samsun'un. Tüm resimlerinde, selfilerde görünür. Ama Samsun orada kalmıştır...   Dünyaca ünlü New York şehrindeki Özgürlük Anıtı ya da Paris'teki Eiffel Kulesi...    Hepsi bir fikir barındırıyor, bir kavram, gelişmişlik sembolü.    “Özgür bir şehirdesiniz” veya “Sanatı sanayi ile biz buluştururuz” diyorlar.   Hepsi o şehirlerin sembolü olmuş...   Bazıları tarafından pis bir şehir olarak tanıtılan, Belediye başkanı sürekli eleştirilen, Kütahya'nın komşusu Eskişehir'e son yıllarda gelen, gezen, yiyen, içen, alışveriş yapan turist sayısının nasıl arttığını hiç düşündünüz mü?    Hiç düşündünüz mü Eskişehirliler mi Kütahya'ya gelip para harcar, yoksa tersi mi?   Eskişehir'le ilgili son yirmi yılda yapılanlardan ilk aklıma gelenler; görsel olarak şehir meydanları ve yolları, özellikle Porsuk Nehri ve çevresi yenilenmiş, temizlenmiştir. Şehre ciddi bir alt yapı yatırımı gerçekleştirilmiştir (Şehirde olmayan kanalizasyon, yağmur suyu hatları, v.b.). Tabi, yerel yönetimin yaptıklarının yanı sıra, doğalgaz ve Hızlı Tren kullanan ilk şehirlerden olmak gibi pek çok Merkezi Hükümet yatırımını da almıştır.    Yeni ve anlamlı heykeller konulmuş, şehir içindeki yeşil doku, ciddi anlamda artırılmıştır. İki adet çok büyük park yapılmıştır. Eskişehir'e deniz getirilmiştir. Bu görsel olanların yanı sıra kültür alanında; değişik konularda özel ve resmi yaklaşık 40 adet müze oluşturulmuştur, hayvanat bahçesi, Su Altı Dünyası, Bilim ve Deney Merkezi, açık hava gezi rotaları, mekanları ve çarşılar kurulmuştur.    Sonra da tur otobüsleri için otoparklar…    Eskişehir'in veya başka bir yerleşimin reklamını yapmak için yazmıyorum. Hele hele siyasi bir amaç için hiç yazmıyorum. Elbette pek çok yanlış da var Eskişehir'de yapılanlar arasında. Keşke olmasaydı dedikleri, çok fazla eleştirdikleri de var Eskişehirlilerin kendi başkanlarını. Ancak, bir tane gerçek var. Onu da hepimiz görüyoruz...    Yani sadece bir ürünü iyi yapmak yetmiyor artık. O ürünü iyi pazarlamak ve yapılanların görünür yüzlerinin altlarının bilimle, kültürle, tarihle ve merakla doldurulmaları gerekiyor...  Bir beldede, gelen misafirlere sadece alışveriş yaptırma amacı, artık turizmi geliştirmiyor. Kültür, doğa, sanat ve bilimle beslemeniz gerekiyor. Vermeden alamıyorsunuz. Kütahya'da ise hepsi ham halde var zaten.   Moral bulacağımız şey ise Kütahya'da “vizyon” kelimesinin “proje” ile buluşmuş olmasıdır. Bu iyi niyetli tavrın, seneler önce şehrimizde yerini bulması gerekliydi. Niyet etmek yolun yarısıdır ancak, doğru proje konusunda bazı endişeler olduğunu görüyorum.   Vizyon, ileri görüşlülük olarak nitelendirilebilir. Yani, gelecek hakkında doğru yönlenmektir. Vizyon proje ise; gelişim adına öngördüğünüz bir yolda, somut bazı adımların atıldığı programı anlatır.   Vizyon Projelerinin;    ►Daha önce yapılmamış,    ►İleri görüşlü bir düşünce ürünü,    ►Örnek oluşturacak bir çalışma,    ►Gelecek kuşaklara bu günleri anlatacak bir ayna,   ►Zekâ örneği olmaları, tarih sayfalarındaki yerini simgeler.   Kütahya'nın vizyonu; Vazo şeklinde camdan yapılmış bir bina ise geç kalınmıştır. Kütahyalıya oylatılan modellerde, daha çok çay bardağı formundaki, çini vazodan ziyade Paşabahçe çeşmibülbülünü hatırlatan bu tasarım gibi giydirme cephe sistemini kullanan örneklerin çok daha güzelleri, büyükleri, yüksekleri İstanbul'da, Ankara'da, büyük şehirlerde, dünyanın değişik yerlerinde yapılmış, tasarlanmıştır zaten…    Projeye gelecek yönünden baktığımızda ise formunu, işlevini, malzemesini bir yana bıraksak bile, konumu gereği genelde yolculara hitap edecek bir tesis olacağını düşünebiliriz. Yatırımın, daha farklı özellikleri içermesi gerektiği, şu şekilde açıklanabilir. Yolcu olduğunuzu ve mola vermek için bir yer aradığınızı düşünün, 70 metre yüksekliğinde bir binaya çıkmak için mi harcarsınız mola zamanınızı yoksa beklediğiniz hizmetlere daha çabuk ulaşacağınız bir noktayı mı tercih edersiniz? (Bu konuda şimdilik rakip Afyon)    Kütahya'nın, geçenleri yakalamaya değil, merak edip gezmeye gelenlere ihtiyacı vardır.    Turizmin günümüz gereklerini yukarıda açıklamıştım. O koşullar sağlanmadan başka şehirlerden insanların geleceğini düşünmek hayalcilik olacaktır.   Diyelim, sadece yabancı değil Kütahyalı da bu tesise gelip ticareti canlandıracak, bu sayede pek çok kişiye iş imkânı sağlanacak; ilk açıldığı birkaç sene belki… Sonra makus kaderini “Döner Gazino” veya yakın komşusu “Tenekeden Balık Lokantası” ile paylaşacaktır. Kapanan, boşalan, fonksiyon değiştirip depo ve atölye haline gelen nice AVM günümüz gerçeklerindendir.   Yeni yapılmış olan Otogar binası bile çürümeye başladı. Dışarıdan gelenlerle ticaret yapmayı hedefleyen bir şehrin, teneke çatıları ve lunaparkı andıran otogarı ile Kütahya'yı, ilk karşılaşmada nasıl anlattığı ortadadır. Hem tasarım hem de planlama hatalarıyla dolu bu yapının sıkıntısını, sadece tuvaletlerini kullananlar bile anlayacaktır. Maalesef, ömrünün ne kadar olacağını kestiremiyorum.   Aranan vizyon; ileri görüşlülük ve ilgi çekmek ise eğer, bunlardan başka düşüncelere, geleceği içeren projelere ihtiyaç vardır.    Örneğin; enerji etkin bir bina düşünün. Elektrik üreten, hatta ihtiyacından fazlasını satan, kendi kullandığı suyu yağmurdan karşılayan, belki alternatif enerjileri kullanan bir tesis projelendirip, uygulayın. Sonra da bu gelecek fikrinizi pazarlayın. İnanın, ilk önce yapmaya, inşa etmeye sonra da görmeye ve öğrenmeye daha çok insan gelecektir. Bu konuda ülkemizde örnek bina yapmak isteyen pek çok firma vardır. Büyük ihtimalle daha ucuza mal olacak ve istihdam konusunda daha fazla hemşerimizi memnun edecek bir örnek olacaktır.    Ya da Kütahya'da her evde bir çöp öğütücüsü olduğunu düşünün. Nüfusu buna yönlendirin. Bütün çöpün (geri dönüşüm sağlanacak olanlar hariç) lavabolardan öğütülerek kanalizasyona gitmesini sağlayın. (Bunu da lavabo giderlerine bağlayacağınız bir tek cihazla – Çöp Öğütücüsü – gerçekleştirebilirsiniz) Çöp toplayıcılara, çöp konteynerlerine ihtiyacınız kalmaz. Sokaklarınızda dağılmış çöp poşetleri, akşamları çöp kamyonu gürültüleri, gündüz ise trafik sıkıntısı eklentilerini, Çöp döküm alanı ihtiyacını çözersiniz. Cebinize kalanlar da cabası.   Veya daha iyi fikri siz bulun, uygulayın. İleriyi görenlerle çalışın. Vizyon sahibi olmak budur.    …………………..   Türkiye'de şehir ekonomisi ile ilgili ilk tanıtım, ilk sembol nerede yapılmıştır...? Bir düşünün, acemi askerlerin önünde aileleri ile fotoğraf çektirdiği, suyu akarken arabayla etrafında dönmenin bir zevk olduğu, O beldede yaşayan herkesin bildiği, övündüğü, zamanının tüm kartpostallarında yer alan “Kütahya Çinili Vazosu” değil midir? (Tabi şu andaki durumu değil, orijinal hali.)   Neredeyse Kütahya denince akla ilk gelen Çinili Vazo, porselen üretiminin, defolu mağazalarının bile önüne geçemediği bir sembol olmamış mıdır?   Porselen fabrikalarının önünde, şehrin başka yerlerinde yapılan daha büyük maşrapalar, fincanlar, çeşmeler yerini alabilmiş midir...?   1974'te Türkiye'de bunu ilk Kütahya yaptı. Kütahya'nın o günlerdeki sanat anlayışı ve vizyonunun eseriydi bir şehrin sembol üretiminin en güzel, en zarif heykeli…   Artık bitti. Şimdi herkes bunu taklit ediyor. Meydanlara koydukları, hoooormonlu gibi duran, koca domatesle, pancarla, sarımsakla...   Anlayamadığım; daha büyük yapma ve ihtişamlı olma tutkusudur.   Louvre Müzesi, küçük olduğu veya görenler “ne kadar küçükmüş!” dedikleri için Leonardo'nun “Mona Lisa” tablosunun daha büyüğünü yapmak istemiş midir!!!   Augusto Rodin'in “Düşünen Adam” heykeli, çıplak olduğu için şehir yöneticileri tarafından giydirilmiş midir!!!   İtalya'da eğri duran “Pisa Kulesi” düzeltilmeye çalışılmış mıdır!!!   Daha büyük bir Vazo yapmak yerine, elinde var olana gereken önemi vererek, orijinal haline getirip, dünyada tek olma özelliğini koruduktan sonra;   ►Kütahya'da her yıl “Dünya Çini Kongresi” yapılsa ya...   ►Kaplıca İşletmecileri Birliği kurulup, Birlik üyeleri Kütahya'da buluşturulsa ya…   ►Çini boyalarını üretmenin, geleneksel metotları üzerine bir dizi film çektirilse ya...   ►Kütahya Porselen'in Türkiye porselen sektöründeki yerini anlatan, araştıran sempozyumlar programlansa ya...   ►Kütahya'nın “Üç Ahmet'i” anlatılsa ya...   Tabi bunları yapabilmek, üniversite ister akademisyen ister sanayici ister sanatçı ister otel ister lokanta ister bürokrat ister belediye başkanı ister...   Oysa bugün vizyon eseri olarak sunulan, halka oylatılanlar için, üç beş beğenen ve bir kalıpçı yeter...   Üzülüyorum…   Kalın sağlıcakla...

Bir Kalıpçı Yeter

Bilirsiniz, yaşadığınız şehirden başka bir yere gittiğinizde, önce oraların meşhur ürünlerini görmek, iyisini, tazesini satın almak, lezzetlisini yemek, güzelini görmek için gezersiniz, alışveriş yaparsınız.

 

Gittiğiniz yerin nesi ünlü ise ulaşmaya çalışırsınız.

 

Mesela; Bursa'da “İskender” yenir, İnegöl'de “köfte”, Urfa'da “kebap”, Adana'da “ciğer”, Kastamonu Taşköprü'de “kuyu kebabı”, Van'da “kahvaltı”, Murat Dağı'nda “oğlak çevirme”,  İzmir'de “kumru” veya “boyoz”, Datça'da “kalamar dolma”, Eminönü'nde “balık ekmek”, Trabzon'da “hamsi”, Eskişehir'de ”çibörek”, Kütahya'da “tepsi mantısı”...

 

Tabi bunlar boğaza hitap edenler... 

 

Ayrıca her yörenin kendine göre başka meşhurları da vardır. 

 

Sinop'un “kotrası” (maket tekneleri), Denizli'nin “Pamukkale'si”, Ağrı'nın “Dağı”, Edirne'nin “Selimiye'si”, Fethiye'nin “Ölü Deniz'i”, Sümela'nın “Manastırı”, Buldan'ın “kumaşı”, Sürmene'nin “bıçağı”, Kapadokya'nın “Peri bacaları”, Diyarbakır'ın “Suriçi” ve “Hevsel Bahçeleri”, Mardin'in “gümüşü”, Artvin'in “yaylası”...

 

Daha birçok var...
 

Hepimiz bunları iyi biliyoruz değil mi...?
 

Veya en azından, Google hazretleri biliyor. Elimizdeki telefonlardan hangi şehirde nelerin meşhur olduğunu öğrenmek mümkün. 

 

Beyler, Hanımefendiler, bir beldeye gittiğinizde meydanlarına bakarak mı orada meşhur ürünleri alıp veriyorsunuz. “Vay be ne güzel 'çatalda köfte' heykelleri var, burada köfte yiyelim” mi diyorsunuz. Ya da “Ne güzel köpürtmüşler ayranı şu heykelde, canım çekti” mi diye geçiyor içinizden. 

 

Kocaman kocaman; Nasrettin Hocalar, havuçlar, pancarlar, üzümler, yeniçeriler, öz çekim yapan şehzadeler...

 

Ben bekliyorum, Çengelköy'e Kocaman bir “Hıyar” heykeli. Veya Beykoz'da meydana bir “Paça çorbası” heykeli. Belki Tekirdağ'da en merkezi yere, Tekel İşletmesinin ürünü olan Tekirdağ'la özdeşleşmiş ürününün, dört parmak izli etiketiyle kocaman şişesini. O zaman “bir büyüğe sormaya” oraya gideriz. Hayret, Yılmaz Büyükerşen Hoca bir çibörek heykeli yapmamış Eskişehir'in meydanlarından birine…

 

Aslında boynu bükük kaldı, hayat kadını, eşcinseli, teröristi, yobazı, ırkçısı, yankesicisi meşhur bölgelerin...

 

Kalıpla heykel yapanlar (Heykeltıraş diyemiyorum), toplumumuzdaki yozlaşma oranına göre, önümüzdeki dönemde, son söylediklerimi de üretim programlarına alacaklardır...

 

Nedir bu heykel merakı, nereden geliyor!!! 

 

Bir yerleşimde yapılmış olan sanat eserleri, orada yaşayanların kültürünün, gelişmişliğinin, ekonomik durumunun göstergesidir. 

 

Mesela Samsun övünür at üstünde şaha kalkmış Atatürk heykeliyle. İlk orda yapılmıştır bu heykel. Zordur bu heykeli o zamanlarda yapmak, iki ayak üstünde bir atı dengede tutmak... Simgesi olmuştur Samsun'un. Tüm resimlerinde, selfilerde görünür. Ama Samsun orada kalmıştır...

 

Dünyaca ünlü New York şehrindeki Özgürlük Anıtı ya da Paris'teki Eiffel Kulesi... 

 

Hepsi bir fikir barındırıyor, bir kavram, gelişmişlik sembolü. 

 

“Özgür bir şehirdesiniz” veya “Sanatı sanayi ile biz buluştururuz” diyorlar.

 

Hepsi o şehirlerin sembolü olmuş...

 

Bazıları tarafından pis bir şehir olarak tanıtılan, Belediye başkanı sürekli eleştirilen, Kütahya'nın komşusu Eskişehir'e son yıllarda gelen, gezen, yiyen, içen, alışveriş yapan turist sayısının nasıl arttığını hiç düşündünüz mü? 

 

Hiç düşündünüz mü Eskişehirliler mi Kütahya'ya gelip para harcar, yoksa tersi mi?

 

Eskişehir'le ilgili son yirmi yılda yapılanlardan ilk aklıma gelenler; görsel olarak şehir meydanları ve yolları, özellikle Porsuk Nehri ve çevresi yenilenmiş, temizlenmiştir. Şehre ciddi bir alt yapı yatırımı gerçekleştirilmiştir (Şehirde olmayan kanalizasyon, yağmur suyu hatları, v.b.). Tabi, yerel yönetimin yaptıklarının yanı sıra, doğalgaz ve Hızlı Tren kullanan ilk şehirlerden olmak gibi pek çok Merkezi Hükümet yatırımını da almıştır. 

 

Yeni ve anlamlı heykeller konulmuş, şehir içindeki yeşil doku, ciddi anlamda artırılmıştır. İki adet çok büyük park yapılmıştır. Eskişehir'e deniz getirilmiştir. Bu görsel olanların yanı sıra kültür alanında; değişik konularda özel ve resmi yaklaşık 40 adet müze oluşturulmuştur, hayvanat bahçesi, Su Altı Dünyası, Bilim ve Deney Merkezi, açık hava gezi rotaları, mekanları ve çarşılar kurulmuştur. 

 

Sonra da tur otobüsleri için otoparklar… 

 

Eskişehir'in veya başka bir yerleşimin reklamını yapmak için yazmıyorum. Hele hele siyasi bir amaç için hiç yazmıyorum. Elbette pek çok yanlış da var Eskişehir'de yapılanlar arasında. Keşke olmasaydı dedikleri, çok fazla eleştirdikleri de var Eskişehirlilerin kendi başkanlarını. Ancak, bir tane gerçek var. Onu da hepimiz görüyoruz... 

 

Yani sadece bir ürünü iyi yapmak yetmiyor artık. O ürünü iyi pazarlamak ve yapılanların görünür yüzlerinin altlarının bilimle, kültürle, tarihle ve merakla doldurulmaları gerekiyor... 
Bir beldede, gelen misafirlere sadece alışveriş yaptırma amacı, artık turizmi geliştirmiyor. Kültür, doğa, sanat ve bilimle beslemeniz gerekiyor. Vermeden alamıyorsunuz. Kütahya'da ise hepsi ham halde var zaten.

 

Moral bulacağımız şey ise Kütahya'da “vizyon” kelimesinin “proje” ile buluşmuş olmasıdır. Bu iyi niyetli tavrın, seneler önce şehrimizde yerini bulması gerekliydi. Niyet etmek yolun yarısıdır ancak, doğru proje konusunda bazı endişeler olduğunu görüyorum.

 

Vizyon, ileri görüşlülük olarak nitelendirilebilir. Yani, gelecek hakkında doğru yönlenmektir. Vizyon proje ise; gelişim adına öngördüğünüz bir yolda, somut bazı adımların atıldığı programı anlatır.

 

Vizyon Projelerinin; 

 

►Daha önce yapılmamış, 

 

►İleri görüşlü bir düşünce ürünü, 
 

►Örnek oluşturacak bir çalışma, 

 

►Gelecek kuşaklara bu günleri anlatacak bir ayna,

 

►Zekâ örneği olmaları, tarih sayfalarındaki yerini simgeler.

 

Kütahya'nın vizyonu; Vazo şeklinde camdan yapılmış bir bina ise geç kalınmıştır. Kütahyalıya oylatılan modellerde, daha çok çay bardağı formundaki, çini vazodan ziyade Paşabahçe çeşmibülbülünü hatırlatan bu tasarım gibi giydirme cephe sistemini kullanan örneklerin çok daha güzelleri, büyükleri, yüksekleri İstanbul'da, Ankara'da, büyük şehirlerde, dünyanın değişik yerlerinde yapılmış, tasarlanmıştır zaten… 

 

Projeye gelecek yönünden baktığımızda ise formunu, işlevini, malzemesini bir yana bıraksak bile, konumu gereği genelde yolculara hitap edecek bir tesis olacağını düşünebiliriz. Yatırımın, daha farklı özellikleri içermesi gerektiği, şu şekilde açıklanabilir. Yolcu olduğunuzu ve mola vermek için bir yer aradığınızı düşünün, 70 metre yüksekliğinde bir binaya çıkmak için mi harcarsınız mola zamanınızı yoksa beklediğiniz hizmetlere daha çabuk ulaşacağınız bir noktayı mı tercih edersiniz? (Bu konuda şimdilik rakip Afyon) 

 

Kütahya'nın, geçenleri yakalamaya değil, merak edip gezmeye gelenlere ihtiyacı vardır. 

 

Turizmin günümüz gereklerini yukarıda açıklamıştım. O koşullar sağlanmadan başka şehirlerden insanların geleceğini düşünmek hayalcilik olacaktır.

 

Diyelim, sadece yabancı değil Kütahyalı da bu tesise gelip ticareti canlandıracak, bu sayede pek çok kişiye iş imkânı sağlanacak; ilk açıldığı birkaç sene belki… Sonra makus kaderini “Döner Gazino” veya yakın komşusu “Tenekeden Balık Lokantası” ile paylaşacaktır. Kapanan, boşalan, fonksiyon değiştirip depo ve atölye haline gelen nice AVM günümüz gerçeklerindendir.

 

Yeni yapılmış olan Otogar binası bile çürümeye başladı. Dışarıdan gelenlerle ticaret yapmayı hedefleyen bir şehrin, teneke çatıları ve lunaparkı andıran otogarı ile Kütahya'yı, ilk karşılaşmada nasıl anlattığı ortadadır. Hem tasarım hem de planlama hatalarıyla dolu bu yapının sıkıntısını, sadece tuvaletlerini kullananlar bile anlayacaktır. Maalesef, ömrünün ne kadar olacağını kestiremiyorum.

 

Aranan vizyon; ileri görüşlülük ve ilgi çekmek ise eğer, bunlardan başka düşüncelere, geleceği içeren projelere ihtiyaç vardır. 

 

Örneğin; enerji etkin bir bina düşünün. Elektrik üreten, hatta ihtiyacından fazlasını satan, kendi kullandığı suyu yağmurdan karşılayan, belki alternatif enerjileri kullanan bir tesis projelendirip, uygulayın. Sonra da bu gelecek fikrinizi pazarlayın. İnanın, ilk önce yapmaya, inşa etmeye sonra da görmeye ve öğrenmeye daha çok insan gelecektir. Bu konuda ülkemizde örnek bina yapmak isteyen pek çok firma vardır. Büyük ihtimalle daha ucuza mal olacak ve istihdam konusunda daha fazla hemşerimizi memnun edecek bir örnek olacaktır. 
 

Ya da Kütahya'da her evde bir çöp öğütücüsü olduğunu düşünün. Nüfusu buna yönlendirin. Bütün çöpün (geri dönüşüm sağlanacak olanlar hariç) lavabolardan öğütülerek kanalizasyona gitmesini sağlayın. (Bunu da lavabo giderlerine bağlayacağınız bir tek cihazla – Çöp Öğütücüsü – gerçekleştirebilirsiniz) Çöp toplayıcılara, çöp konteynerlerine ihtiyacınız kalmaz. Sokaklarınızda dağılmış çöp poşetleri, akşamları çöp kamyonu gürültüleri, gündüz ise trafik sıkıntısı eklentilerini, Çöp döküm alanı ihtiyacını çözersiniz. Cebinize kalanlar da cabası.

 

Veya daha iyi fikri siz bulun, uygulayın. İleriyi görenlerle çalışın. Vizyon sahibi olmak budur. 

 

…………………..

 

Türkiye'de şehir ekonomisi ile ilgili ilk tanıtım, ilk sembol nerede yapılmıştır...?

Bir düşünün, acemi askerlerin önünde aileleri ile fotoğraf çektirdiği, suyu akarken arabayla etrafında dönmenin bir zevk olduğu, O beldede yaşayan herkesin bildiği, övündüğü, zamanının tüm kartpostallarında yer alan “Kütahya Çinili Vazosu” değil midir? (Tabi şu andaki durumu değil, orijinal hali.)

 

Neredeyse Kütahya denince akla ilk gelen Çinili Vazo, porselen üretiminin, defolu mağazalarının bile önüne geçemediği bir sembol olmamış mıdır?

 

Porselen fabrikalarının önünde, şehrin başka yerlerinde yapılan daha büyük maşrapalar, fincanlar, çeşmeler yerini alabilmiş midir...?

 

1974'te Türkiye'de bunu ilk Kütahya yaptı. Kütahya'nın o günlerdeki sanat anlayışı ve vizyonunun eseriydi bir şehrin sembol üretiminin en güzel, en zarif heykeli…

 

Artık bitti. Şimdi herkes bunu taklit ediyor. Meydanlara koydukları, hoooormonlu gibi duran, koca domatesle, pancarla, sarımsakla...

 

Anlayamadığım; daha büyük yapma ve ihtişamlı olma tutkusudur.

 

Louvre Müzesi, küçük olduğu veya görenler “ne kadar küçükmüş!” dedikleri için Leonardo'nun “Mona Lisa” tablosunun daha büyüğünü yapmak istemiş midir!!!

 

Augusto Rodin'in “Düşünen Adam” heykeli, çıplak olduğu için şehir yöneticileri tarafından giydirilmiş midir!!!

 

İtalya'da eğri duran “Pisa Kulesi” düzeltilmeye çalışılmış mıdır!!!

 

Daha büyük bir Vazo yapmak yerine, elinde var olana gereken önemi vererek, orijinal haline getirip, dünyada tek olma özelliğini koruduktan sonra;

 

►Kütahya'da her yıl “Dünya Çini Kongresi” yapılsa ya...

 

►Kaplıca İşletmecileri Birliği kurulup, Birlik üyeleri Kütahya'da buluşturulsa ya…

 

►Çini boyalarını üretmenin, geleneksel metotları üzerine bir dizi film çektirilse ya...

 

►Kütahya Porselen'in Türkiye porselen sektöründeki yerini anlatan, araştıran sempozyumlar programlansa ya...

 

►Kütahya'nın “Üç Ahmet'i” anlatılsa ya...

 

Tabi bunları yapabilmek, üniversite ister akademisyen ister sanayici ister sanatçı ister otel ister lokanta ister bürokrat ister belediye başkanı ister...

 

Oysa bugün vizyon eseri olarak sunulan, halka oylatılanlar için, üç beş beğenen ve bir kalıpçı yeter...

 

Üzülüyorum…

 

Kalın sağlıcakla...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.