Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Ben bir Kemalist’im 2...

Evet bir önceki yazıda Kemalizm’in ne olmadığı konusunda giriş yapmıştık. Hatta bitiremediğimizi de yazmıştık. Geçen yazımın sonunda; özel sektör ve devlet kurumlarının arasındaki ilişki için “Bıçak sırtı olan bu son iki maddenin arasındaki dengenin kurulmasını hükümete, denetimini ise meclise yani halka verir…” şeklinde sonlandırmıştık. Kemalizm’in ne olmadığına devam edersek Kemalizm, bu topraklarda yaşanmış olanları reddetmez, geçmişi ile övünür, tarihten ders çıkartır. Bazılarının düşündüğü, anladığı ve anlattığı gibi geçmişini reddeden Osmanlı’yı, dışlayan bir kavram değildir. Dışladığı ana olay, otokrasidir. Tek sülale, tek kişi yönetimidir. Bir padişahın, imparatorun, kralın, şahın, halifenin bir ulusun kaderini belirlemesine, ona hükmetmesine karşıdır. Uygar dünyanın, her zaman kendinden eski yönetim şekillerini uygarlık kılıfına sokarak değiştireceğini bilir ve çağımızda yeni ve en iyi yönetim biçiminin CUMHURİYET olduğunu söyler. Kemalizm tek adam rejimi değildir. Yine yanlış düşünülen ve bir bilinen konudur, Kemalizm’in Atatürk’ün başkanlığı, hükümranlığı için üretildiği iddiası. Kemalizm parlamenter yönetim şeklinde Cumhuriyeti en doğru yönetim sistemi olarak gösterir. Seçim ile gelen milletin temsilcilerinden oluşan Meclisin, ülkenin yürütme kurulunu yine kendi içinden seçmesi metodunu doğru bulur. Halkın kendi kendini yönetebilmesinin ancak bu yöntemle olacağını söyler. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardaki eğitim düzeyi düşünüldüğünde, halkın eğitiminin çok önemli olduğunu ve kendi yönetimini belirleyebilmesi konusundaki önemine özellikle vurgu yapar. Korkuyla, etkiyle veya baskıyla doğru bir seçim ortamının oluşmasının mümkün olmadığını bilir.  Doğru seçimin, kişinin vicdanından çıkan ve aklından geçen seçeneğe yönelmesi için tüm ortamların sağlanmasının tek şart olduğunu söyler. Bunu aşmanın tek yolunun ise eğitimli ve bilinçli seçmen nüfusunun oluşmasıdır. Kemalizm’in Batı özentisi bir anlayışının olduğu ve gelenek, görenek ve ananeleri kabul etmediği bilgisi yanlıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün örnek olarak Batı’yı göstermesi, zamanının uygarlık yönü olmasındandır. Uzun yüz yıllar boyunca ne Anadolu’da ne güneyinde Ortadoğu’da ne de doğusunda uygarlık adına bir kırıntı kalmamış durumdadır. Eskiden, dünyaya uygarlığın dağıtıldığı, pek çok topluma, ulusa beşiklik yapmış bu kadim topraklar maalesef artık kurak bir dere yatağına dönmüştür. Zalim yöneticiler, din tüccarları ve cahil kalan halkla bu miras yenilip bitirilmiştir. Cahillik ve zalimlik çağlarında oluşturulan ve bu topraklardaki sevgiye, hoşgörüye, bağlılığa ve bilgeliğe ters düşen gelenek ve görenekler elbette, önceden var olanların yerini almamalı ve devam etmemelidir. Uygarlığın, önceden götürüldüğü yerlerden, tekrar ana topraklarına geri getirilmesi gerekmektedir. Kemalizm, öylece ortaya atılmış fikirler bütünü değildir. Ortaya çıktığı dönemde var olan tüm yönetim sistemlerinin incelenip, bir potada kaynatılıp sonra da bu toprakların kalıbına dökülmesi ile oluşmuştur. Atatürk, yaşamı boyunca bunu araştırmış, etrafındakilerle bunu tartışmış, ‘bu topraklar en doğru nasıl yönetilmeli’ sorusunun cevabını bulmaya çalışmıştır. Yazdıklarını okur, onun hakkında yazılanları değerlendirirseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bu yazdıklarım hakkındaki kaynak listesi oldukça uzun. Her yazıda anlatılanları kısaltma, dizi sayısını ve süresini uzatma durumunda kalmamak için, kaynak ve okuma listesini makale dizisinin sonunda vereceğim… Peki ne vardı bu fikirler ortaya çıktığında, nerelerde, kimlerle, nasıl ortamlarda tartışıldı? Kemalizm’in ışığını görebilmek için bütün bunları da değerlendirmemiz gerekli. Yüzyıllardır yorgun düşmüş bir ulus deyimini sonradan, o yılları anlatmak için, kendi yaptıklarımıza bir kılıf gibi kullandık. Oysa, yüzyıllardır, içimizdeki güçlünün yönetimine girmiş, onun baskısına boyun eğmiştik. Yönetenler de önce güçlerini, sonra da akıllarını kullanarak hükmetmişlerdi… İnsanoğlunun, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra geçtiği yeni çağda yaşadığı değişimler, daha öncekilere oranla çok daha hızla gerçekleşmiştir. Bu değişim, toplum düzenini, ticaret hayatını, sosyal statüleri etkileyerek, yeni çağdan yeni dünya düzenine doğru yol almıştır. Tabi, sanayileşme ve devamında teknolojik gelişimler, artık insanların yeni bir toplum düzeni kurmalarını, halkın kendi kararlarını alabileceklerini göstermiştir. En son, miladi ikinci bin yılın son yüz yılında bu konu toplum savaşlarını körüklemiş, iki büyük savaş, yıkım ve yenilenme yaşanmıştır. İşte, toplumların, ulusların bir yönetim dengesi, hakimiyet alanı ve sistem arayışları arasında, devamlı sorgulayan ve araştıran Mustafa Kemal, yeni düzen sistemini kendi ulusu için düşünmeye başlamıştır. Bunu yıllar boyunca, eğitiminde, okuduğu kitaplarda, savaş alanlarında, toplantılarda araştırmış, tartışmıştır. Gün geçtikçe olgunlaştırmış, sonunda kurduğu ülke yönetiminde uygulamıştır. Adına da CUMHURİYET demiştir… Ana ilkesi ULUSUN EGEMENLİĞİ üzerine kurulan Cumhuriyet’in işletim sistemi; parlamenter demokrasidir… Ulusun egemenliği, halkın kendi yönetimine hakimiyeti ve denetimi, ancak parlamenter sistemle mümkündür. Aksi durumda Cumhuriyet sisteminden bahsedilemez, ulusun egemenliği yok olur. Başkanlık, cumhurbaşkanlığı, yarı başkanlık, ne derseniz deyin, yarım yamalak meclisle Cumhuriyet olmaz… Kemalizm’de Cumhuriyet, parlamenter demokrasi ve başkanlık kavramları, bir sonraki yazıda. Sağlıcakla kalın…  

Ben bir Kemalist’im 2...

Evet bir önceki yazıda Kemalizm’in ne olmadığı konusunda giriş yapmıştık. Hatta bitiremediğimizi de yazmıştık.

Geçen yazımın sonunda; özel sektör ve devlet kurumlarının arasındaki ilişki için “Bıçak sırtı olan bu son iki maddenin arasındaki dengenin kurulmasını hükümete, denetimini ise meclise yani halka verir…” şeklinde sonlandırmıştık. Kemalizm’in ne olmadığına devam edersek

Kemalizm, bu topraklarda yaşanmış olanları reddetmez, geçmişi ile övünür, tarihten ders çıkartır. Bazılarının düşündüğü, anladığı ve anlattığı gibi geçmişini reddeden Osmanlı’yı, dışlayan bir kavram değildir. Dışladığı ana olay, otokrasidir. Tek sülale, tek kişi yönetimidir. Bir padişahın, imparatorun, kralın, şahın, halifenin bir ulusun kaderini belirlemesine, ona hükmetmesine karşıdır. Uygar dünyanın, her zaman kendinden eski yönetim şekillerini uygarlık kılıfına sokarak değiştireceğini bilir ve çağımızda yeni ve en iyi yönetim biçiminin CUMHURİYET olduğunu söyler.

Kemalizm tek adam rejimi değildir. Yine yanlış düşünülen ve bir bilinen konudur, Kemalizm’in Atatürk’ün başkanlığı, hükümranlığı için üretildiği iddiası. Kemalizm parlamenter yönetim şeklinde Cumhuriyeti en doğru yönetim sistemi olarak gösterir. Seçim ile gelen milletin temsilcilerinden oluşan Meclisin, ülkenin yürütme kurulunu yine kendi içinden seçmesi metodunu doğru bulur. Halkın kendi kendini yönetebilmesinin ancak bu yöntemle olacağını söyler. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardaki eğitim düzeyi düşünüldüğünde, halkın eğitiminin çok önemli olduğunu ve kendi yönetimini belirleyebilmesi konusundaki önemine özellikle vurgu yapar. Korkuyla, etkiyle veya baskıyla doğru bir seçim ortamının oluşmasının mümkün olmadığını bilir.  Doğru seçimin, kişinin vicdanından çıkan ve aklından geçen seçeneğe yönelmesi için tüm ortamların sağlanmasının tek şart olduğunu söyler. Bunu aşmanın tek yolunun ise eğitimli ve bilinçli seçmen nüfusunun oluşmasıdır.

Kemalizm’in Batı özentisi bir anlayışının olduğu ve gelenek, görenek ve ananeleri kabul etmediği bilgisi yanlıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün örnek olarak Batı’yı göstermesi, zamanının uygarlık yönü olmasındandır. Uzun yüz yıllar boyunca ne Anadolu’da ne güneyinde Ortadoğu’da ne de doğusunda uygarlık adına bir kırıntı kalmamış durumdadır. Eskiden, dünyaya uygarlığın dağıtıldığı, pek çok topluma, ulusa beşiklik yapmış bu kadim topraklar maalesef artık kurak bir dere yatağına dönmüştür. Zalim yöneticiler, din tüccarları ve cahil kalan halkla bu miras yenilip bitirilmiştir. Cahillik ve zalimlik çağlarında oluşturulan ve bu topraklardaki sevgiye, hoşgörüye, bağlılığa ve bilgeliğe ters düşen gelenek ve görenekler elbette, önceden var olanların yerini almamalı ve devam etmemelidir. Uygarlığın, önceden götürüldüğü yerlerden, tekrar ana topraklarına geri getirilmesi gerekmektedir.

Kemalizm, öylece ortaya atılmış fikirler bütünü değildir. Ortaya çıktığı dönemde var olan tüm yönetim sistemlerinin incelenip, bir potada kaynatılıp sonra da bu toprakların kalıbına dökülmesi ile oluşmuştur.

Atatürk, yaşamı boyunca bunu araştırmış, etrafındakilerle bunu tartışmış, ‘bu topraklar en doğru nasıl yönetilmeli’ sorusunun cevabını bulmaya çalışmıştır. Yazdıklarını okur, onun hakkında yazılanları değerlendirirseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Bu yazdıklarım hakkındaki kaynak listesi oldukça uzun. Her yazıda anlatılanları kısaltma, dizi sayısını ve süresini uzatma durumunda kalmamak için, kaynak ve okuma listesini makale dizisinin sonunda vereceğim…

Peki ne vardı bu fikirler ortaya çıktığında, nerelerde, kimlerle, nasıl ortamlarda tartışıldı? Kemalizm’in ışığını görebilmek için bütün bunları da değerlendirmemiz gerekli.

Yüzyıllardır yorgun düşmüş bir ulus deyimini sonradan, o yılları anlatmak için, kendi yaptıklarımıza bir kılıf gibi kullandık. Oysa, yüzyıllardır, içimizdeki güçlünün yönetimine girmiş, onun baskısına boyun eğmiştik. Yönetenler de önce güçlerini, sonra da akıllarını kullanarak hükmetmişlerdi…

İnsanoğlunun, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra geçtiği yeni çağda yaşadığı değişimler, daha öncekilere oranla çok daha hızla gerçekleşmiştir.

Bu değişim, toplum düzenini, ticaret hayatını, sosyal statüleri etkileyerek, yeni çağdan yeni dünya düzenine doğru yol almıştır. Tabi, sanayileşme ve devamında teknolojik gelişimler, artık insanların yeni bir toplum düzeni kurmalarını, halkın kendi kararlarını alabileceklerini göstermiştir. En son, miladi ikinci bin yılın son yüz yılında bu konu toplum savaşlarını körüklemiş, iki büyük savaş, yıkım ve yenilenme yaşanmıştır.

İşte, toplumların, ulusların bir yönetim dengesi, hakimiyet alanı ve sistem arayışları arasında, devamlı sorgulayan ve araştıran Mustafa Kemal, yeni düzen sistemini kendi ulusu için düşünmeye başlamıştır. Bunu yıllar boyunca, eğitiminde, okuduğu kitaplarda, savaş alanlarında, toplantılarda araştırmış, tartışmıştır. Gün geçtikçe olgunlaştırmış, sonunda kurduğu ülke yönetiminde uygulamıştır. Adına da CUMHURİYET demiştir…

Ana ilkesi ULUSUN EGEMENLİĞİ üzerine kurulan Cumhuriyet’in işletim sistemi; parlamenter demokrasidir…

Ulusun egemenliği, halkın kendi yönetimine hakimiyeti ve denetimi, ancak parlamenter sistemle mümkündür. Aksi durumda Cumhuriyet sisteminden bahsedilemez, ulusun egemenliği yok olur. Başkanlık, cumhurbaşkanlığı, yarı başkanlık, ne derseniz deyin, yarım yamalak meclisle Cumhuriyet olmaz…

Kemalizm’de Cumhuriyet, parlamenter demokrasi ve başkanlık kavramları, bir sonraki yazıda.

Sağlıcakla kalın…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.