BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ
Pazar gecesi Asya borsalarının açılmasıyla birlikte Türk Lirasının ani değer kaybedip yabancı paraların değerinin yüzde yirmilere varan artışı ülke gündeminde ekonomik bir panik havası yaşattı ve herkes gözünü Pazartesi sabahına çevirdi. Türk Lirasının döviz karşısındaki bu ani ve şok dalgası şeklinde gerçekleşen düşüşü son iki gündür duraklatılmış durumda ve nispeten geçen haftanın değerlerine yakın seyretmekte..Tabiri caizse dövizin ateşi söndürülmüş durumda..
2012 yılı Mart ayında Türk Lirası için yaklaşık 8 bin eser arasından seçilen sembolün tanıtımında “Simgenin bir çıpaya benzemesi paramızın güvenli bir liman olduğunu, yukarı doğru kıvrımlı çizgiler de paramızın yükselen bir değer olduğunu gösteriyor ” tabirleri kullanılmıştı. Peki gerçekten öyle mi acaba? Ya da paramızın itibarını korumak, değerini diğer ülkelerin paralarına oranla yükseltmek için ne yapmamız gerek?
Yaklaşık 435 milyar dolar dış borç , çift haneli enflasyon ve işsizlik oranlarının olduğu bir ekonomiyi toparlamak üretim, tarım, hayvancılık ve sanayi yatırımlarının arttırılmasıyla sağlanabilir. Ve bu yatırımlar kısa vadede de çok etkili olmayacaktır. Meyvesini ve semeresini almak uzun yıllar alacaktır. Bu konuda yapılan her gecikme ve geç kalınan gün ekonomimizin tabutuna çakılan bir çivi olacaktır.
Gıdadan ilaca gübreden, tohuma, enerjiden elektroniğe kadar dışa bağımlı olmamız sorunların en büyüğü..İlkokul çağlarımızda Coğrafya ders kitaplarımızda Türkiye için “Kendi kendine yetebilen bir ülkedir” tabirini görürdük. Son yıllarda ise ihracat ve ithalat rakamları arasındaki açık gittikçe büyümektedir. Bu durum ise “üretici bir toplumdan” daha çok “tüketici bir toplum” eksenine kaydığımızın göstergesidir.
Tarihin sayfalarında geriye doğru gittiğimizde ülkenin öz kaynaklarının nasıl verimli şekilde kullanıldığının örneklerini görüyoruz.
Mart 1967'de Türkiye'yle Rusya arasında anlaşma imzalandı, Haziran 1967'de Resmi Gazete'de yayımlandı. Bu anlaşma çerçevesinde, Sovyetler Birliği tarafından, Türkiye'de bir demir çelik fabrikası, bir alüminyum fabrikası, bir hidroelektrik santrali, bir petrol rafinerisi, bir sülfürik asit fabrikası, bir lif levha fabrikası, bir cam fabrikası “anahtar teslimi” kurulacaktı. Parasını, teçhizatını, malzemesini Ruslar verecekti, Türk personeli Ruslar eğitecekti.
Peki, geri ödeme nasıl yapılacaktı?
Sebze, meyve, narenciyeyle!
Anlaşmanın dokuzuncu maddesinde aynen şöyle idi ; İş bu anlaşma çerçevesinde, Sovyet teşekküllerince sağlanacak kredi, teçhizat, malzeme, teknik hizmetler ve Türk personelin mesleki eğitim bedeli, narenciye, yaş sebze meyve, kuru üzüm, zeytin ve fındıkla ödenecektir. Geri ödeme bedeli olarak Türkiye'den Sovyetler Birliği'ne ihraç edilecek malların fiyatları, dünya fiyatları esas alınarak tespit edilecektir.
Bu anlaşma çerçevesinde ; Türkiye'nin en büyük demir çelik işletmesi, İskenderun Demir Çelik'i yaptılar. Seydişehir Alüminyum'u yaptılar. Oymapınar Barajı'nı yaptılar. Aliağa petrol rafinerisini yaptılar. Bandırma sülfürik asit fabrikasını yaptılar. Artvin lif levha fabrikasını yaptılar. Çayırova cam fabrikasını yaptılar.
Türk sanayisinin omurgasını oluşturan bu hayati tesisler sayesinde, hem on binlerce insanımız iş buldu, hem de Türkiye milyarlarca dolarlık ithalattan kurtuldu, dışarıya bağımlılığı azaltıldı.
Ve, bunların karşılığında bir lira bile ödenmedi.. Hepsinin parası, sebzeyle meyveyle, narenciyeyle ödendi.
1961'de Arpaçay barajı, Ruslar tarafından yapıldı. 1979'da Orhaneli termik santrali, Ruslar tarafından yapıldı. Ödeme şekli aynıydı, domates, kabak, biber, portakal, greyfurttu.
Yaklaşık elli-altmış yıl önce gerçekleşen bu örnekler, Atatürk’ün vizyonunun eseriydi. Seneler boyu sorunsuz devam eden anlaşmaların altında, İsmet İnönü'nün Celal Bayar'ın Bülent Ecevit'in Süleyman Demirel'in imzası vardı. Hem yurtta sulh cihanda sulh'la düşmanı dost yapmışlar, hem para harcamadan memleketi kalkındırmışlar, hem de Allah'ın bu topraklara bahşettiği tarım zenginliğini takas aracı olarak kullanıp, çiftçiyi ihya etmişlerdi.
Türkiye için Global kredi derecelendirme ve değerlendirme kuruluşlarının makro ekonomi konusunda kanıtlanmış bilimsel doğrularına ve verilerine ideolojik bir zihniyetle karşı çıkıp bu uyarıları dikkate almamak, sorunları çözmek yerine ideolojik bir şekilde yaklaşmak ülkemizi atıl hale getirmekte ve sorunların daha da büyümesine yol açmaktadır. Bu ülkemiz için zaman kaybıdır. Ve zaman bu ülkenin aleyhine işlemektedir. Hamasetle bu konuda liyakatsiz kişilerin “ aman Dolar dolsa ne olur dolmasa ne olur”, “maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz, dolar borcunuz mu var? ” “Paramız var ki ithal ediyoruz” “bizim için kıymet-i harbiyesi yok” şeklindeki gülünç ifadelerine itibar etmemek lazımdır. Devekuşu gibi başımızı toprağa gömmekle sorunların üstesinden gelemeyiz.
İnandırıcı, akılcı, gerçekçi ve doğru ekonomi politikalarının ve ciddi bir programın ortaya konulması şarttır. Bunu uygulayacak ekonomi yönetiminin de inandırıcılığını kaybetmemiş, yıpranmamış olması fayda sağlayacaktır. Ekonomi konusunda en önemli olgu liyakattir.
Hatta bu gerçekten sıkıntılı ve kanayan yara olan sorunumuz için birlik beraberlik duygularıyla siyaset üstü liyakatli kişilerden oluşan bir “Ekonomik Danışma Kurulu” nun kısa zamanda oluşturulması çok büyük fayda sağlayacaktır.
Finlandiya insanının manevi, kültürel ve eğitim alanlarında yaptığı köklü değişiklikler ve sonucundaki yükselişini anlatan Grigori Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabı bataklığın nasıl kurutulup üzerinde zambakların nasıl yetiştirildiğinin rehberi konumunda..Okumanızı tavsiye ederim.
Ülkemizde de “Beyaz Zambakların” yetiştiği günlere kavuşmamız dileklerimle..
Sağlıkla kalın..