Esra GÜREL ŞEN
Köşe Yazarı
Esra GÜREL ŞEN
 

Doğu Ekspresi; KARS

Gezimizin Erzurum durağını tamamlayıp Kars’a doğru yola çıktığımızda vakit çoktan ikindiye yaklaşmıştı. Trenimizin altı saatlik rötarı nedeniyle hava muhalefetine takıldığımız için Sarıkamış’ı Aziziye tabyalarını ve Nene Hatun’un Türbesini ne yazı ki ziyaret edemedik. Yolumuz uzun yollar çetindi. Beyaz bir çölün içinde ilerledi otobüsümüz. Yaklaşık üç saat sürecek yolculuğumuzda rehberimiz bize Malakan’ları ve Terekeme’leri anlattı. Bugüne kadar bu milletleri hiç duymamıştım. Malakanlar Rusya’da Ortodoks Kilisesini tanımayan farklı bir Hristiyanlık inancına sahip olan bir topluluktular. Örneğin Ortodoks inancı haftada sadece iki gün süt içilmesine izin verirken Malakanlar bunu reddettiler ve her gün süt içtiler. Zaten Malakan Rusçada süt içen anlamına gelmektedir. Ayrıca akraba evliliklerini, savaşmayı reddettiler. Hristiyanlarca kutsal sayılan haça inanmadılar ve domuz eti yemediler. Böyle olunca o zamanki çarlık Rusya’sı için oldukça sivri ve tehlikeli bir topluluk oluşturmuş oldular. 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı (93 Harbi) nın ardından Kars ve çevresi Rus hakimiyetine geçince Rus hükümeti Malakanların bir kısmını Kars çevresine yerleştirdi.  Malakanlar kırk yıl sonra Kars yeniden Osmanlı egemenliğine geçtiğinde Rusya’ya dönmediler. Sevilip saygı gördükleri bu topraklarda kalmayı tercih ettiler. Çoğunlukla hayvancılık ve mandıracılıkla uğraşan Malakanların Kars Kaşarını bu topraklara hediye ettikleri bilinmektedir. Şu anda Kars mandıralarında Malakan peyniri adı altında çok lezzetli bir kaşar peyniri satılmaktadır. Kars onlar terk edip gitmiş olsalar bile onları unutmamıştır.  Cumhuriyetin ilanından sonra da durum değişmedi. Malakanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldular ancak askerlik yapmayı inançları gereğince reddedince birtakım sıkıntılar ortaya çıktı. Malakanlar inançlarına ters bir davranışta bulunmaktan ve hükümet ile ters düşmektense vatan addettikleri bu toprakları terk edip Amerika ve Kanada’ya yerleşmeye karar verdiler.  Onlardan boşalan yerlere Tekeme veya Karapapaklar olarak bilinen Azerbaycan Türkleri yerleştirildi.  Terekeme Arapçada Türkmenlere verilen isimdir. Müslüman bir toplum olan Terekemeler Malakanlar’dan boşalan köylere yerleşerek Türkiye vatandaşı oldular ve Kars nüfusuna katıldılar. Bunlara Karapapak denmesinin sebebi kara kalpaklar giydikleri içindir. Kars tarih boyunca kaderi gereği kozmopolit bir nüfus yoğunluğuna sahip olmuş. Türkler, Kürtler, Ermeniler, Malakanlar, Terekemler, Rumlar şu anda sayabileceğimiz milletler. Bu kozmopolittik yapı Kars insanını yüz yıllar içinde insanlara karşı çok daha hoş görülü hale getirmiş. Pek çok dinin pek çok milletin yaşadığı bu topraklar böylece binlerce yıllık tarihinde pek çok medeniyete de ev sahipliği yapmış. Pırıl pırıl bir Kars sabahına uyandığımız Pazartesi günü rehberimizden ilk önce Ani Harabelerine gideceğimizi öğrendik. Benim için çok heyecanlı bir gezi olacaktı çünkü bin yıl öncesine dayanan tarihe sahip ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Ani şehrini görmek bir ayrıcalıktı. Ani demek Ermeni sınırında sıfır noktasına gitmek demekti. Ermenistan’la Türkiye arasında sınır görevini üstlenen Arpaçay’a kadar gidecektik yani.  Ani Harabelerinin önünde otobüsümüzden indik ve Müze kartlarımızı göstererek Aslanlı kapıdan içeriye girdik. Bin yıl öncesinden günümüze uzanan surlar taşlarındaki renk farklılıkları ile bize üzerlerinden geçen medeniyetleri sıralıyorlardı adeta. En kararmış olanlar en eski olanlar en açık renk olanlar en yeni olanlardı. 961 yılında Ermeni Pakraduni Hanedanlığının başkenti olan şehirde o yıllarda neredeyse yüz bin kişi yaşıyormuş. O zamanların bir metropolü diyebiliriz Ani için. Çok önemli bir ticaret şehri olmuş tarihi boyunca. Kırk kapısının ve binlerce kilisesinin olduğu söylenen şehir bu nedenle kırk kapılı veya bin bir kiliseli şehir olarak da anılmaktadır. 2016 yılında Dünya mirası listesine kaydedilen Ani 11. Ve 12. Yüzyıla ait İslam mimarisi eserlerini de barındırmaktadır. Ani’nin bir özelliği de 1071 yılında Malazgirt savaşından önce 1065 yılında Selçuklu Sultanı Alpaslan tarafından Türk egemenliğine geçirilmiş olmasıdır ancak Alpaslan bu yörenin idaresini tıpkı Erzurum’u Saltuklu Beyliğine verdiği gibi Selçuklu kontrolünde Kürt kökenli Şeddadi beyliğine vermiştir. Yüz yıllar içinde büyük depremler ve Timur istilası ile tahrip olan şehir 1535 yılında Osmanlı İran savaşı sonrası Kars’ın bir cazibe merkezi olması nedeniyle terkedilmiştir. Mimar Trdat tarafından 989 yılında inşa edilmeye başlanan Meryem Ana kilisesi Ani harabelerinin en görkemli yapılarındandır. Mimar Trdat bu kiliseyi inşa ederken İstanbul’da Ayasofya’nın çatısının çökmesi üzerine İstanbul’a çağrılmış gidip Ayasofya’nın çatısını tamir ettikten sonra buradaki kilisenin yapımına devam edilebilmiştir.  Ani’de bu kadar çok medeniyet olur da efsaneler olmaz mı elbette yüzlerce var. Ancak ben bunlardan sadece bir tanesini benim en çok beğendiğim Şahmaran’ın hikayesini anlatmak istiyorum şimdi sizlere. Zamanın birinde Ani adlı şehirde Camsap isminde bir delikanlı ile annesi yaşarlarmış. Camsap ve arkadaşları bir gün Ani surlarının yakınındaki mağaralarda dolaşırken bir delik buluyorlar. Bir de bakıyorlar ki delik ağzına kadar bal dolu. Günlerce gelip balı taşıyorlar. Kuyu derin mi derin bal çok mu çok. Fakat her şeyin bir sonu olduğu gibi balında sonu geliyor. En son kuyunun dibinde biraz kalıyor. Bu son kalan balı çıkarmak için Camsap kuyuya iniyor. Arkadaşları onun kovaya doldurduğu balı alıp Camsap’ı kuyuda unutuyorlar.  Zavallı delikanlı ne kadar bağırırsa bağırsın bir türlü sesini kimseye duyuramıyor. Çaresiz kurtulmak için etrafına bakınmaya başlıyor. Kısa zamanda bir tünel keşfediyor ve bu tünelden toprağın derinliklerine doğru ilerlemeye başlıyor. Az gidiyor uz gidiyor tünel daraldıkça daralıyor. Sonunda hem yorgunluktan hem havasızlıktan olduğu yere yığılıp kalıyor. Kendine geldiğinde etrafını yüzlerce yılanın sardığını görüp korkuyor. Fakat yılanlar ona dokunmuyorlar aralarına alıp onu sultanları Şahmaran’a götürüyorlar.  Şahmaran yüzü güzel bir kadın suretinde dev bir yılan. Camsap kendini öldürmemesi ve serbest bırakması için yalvarıyor. Şahmaran onu öldürmeyeceğini ama serbest de bırakamayacağını söylüyor. Çünkü insanlar yeryüzüne çıktıklarında mutlaka ona ihanet ederler ve yerini söyleyip ölümüne sebep olurlar bunu iyi biliyor. Zaman geçtikçe Camsap ve Şahmaran birbirlerine alışıyorlar önce arkadaş sonra da aşık oluyorlar. Böylece mutlu yıllar geçiyor. Ancak Camsap zaman geçtikçe annesini, Ani’yi ve yeryüzünü özlemeye başlıyor. Bu özlem dayanamaz olunca da Şahmaran’a yalvarıyor. Genç aşığının yalvarışlarına daha fazla direnemeyen Şahmaran, Camsap’ın yeryüzüne çıkmasına izin veriyor. “Bir gün bana ihanet edeceksin bunu biliyorum fakat seni o kadar çok seviyorum ki burada mutsuz olmana dayanamam,” deyip yılanları eşliğinde onun gönderiyor. Annesine ve ailesine yeniden kavuşan Camsap Şahmaran’ı çok sevse de geri dönmüyor. Günlerden bir gün Ani’nin beyi hastalanıyor. Tüm dünyanın hekimleri derdine çare bulamıyorlar. Bir gün vezir bir bilgiyle geliyor beyin yanına. Yer altında yaşayan Şahmaran isimli yılanın etini yerse beyin iyileşeceğini söylüyor. İyi de Şahmaran’ı nasıl bulacaklar onun da çaresini buluyor vezir. Kim bu büyük yılanı görmüşse tenine su değdiğinde aynı yılan derisi gibi pul pul oluyor.  Bütün halk sorguya çekiliyor Camsap’ın arkadaşları buldukları bal kuyusundan ve Camsap’ın o kuyudan yıllar sonra geriye dönüşünden söz edince Vezir Camsap’ı yakalatıyor. Önce onu hamama sokup derisinin pul pul olmasını bekliyor. Şahmaran’ın yerini bildiğini anlayınca da türlü işkenceler yapıyor paralar teklif ediyor fakat Camsap bir türlü Şahmaran’ın yerini söylemiyor. En son vezir tüm ailesini hatta bebekleri bile Arpaçay yarından atmakla tehdit edince çaresiz sevdiği kadının yerini söylüyor. Kısa zamanda vezirin askerleri Şahmaran’ı yakalayıp getiriyorlar. Büyük sarayın Arpaçay’a bakan merdivenlerine yatırıyorlar. Şahmaran ihanet edenin Camsap olduğunu anlıyor onu yanına çağırıyor. “Gördün mü bana ihanet edeceğini sana söylemiştim, bunu ailen için yaptığını görüyorum seni affettim. Şimdi sana bir sır vereceğim beni sen öldür ve sen parçala. Başımı sen ye, gövdemi beye ver ve kuyruğumu vezir yesin. Korkma sen benim her zaman tek sevdiğim olacaksın.” Camsap yüreği parçalanarak Şahmaran ’ın son isteğini yerine getiriyor. Yılanın başını kendi yiyor gövdesini beye kuyruğunu vezire yediriyor. Bey sağlığına kavuşuyor vezir ise daha ilk ısırıkta zehirlenip ölüyor. Başı yiyen Camsap ise ölümsüzlüğe ve yeryüzündeki tüm bitkilerin sırlarına erişiyor. Anadolu’yu boydan boya gezip Şahmaran ’ın anısına şifa dağıtıyor. Tüm Anadolu onu Lokman Hekim olarak tanıyor. Ani’de hikaye çok ama bir gerçek var ki insanı çok etkiliyor. Bir sesleniş kadar uzaklıkta Ermenistan var. Bayrağını oradaki yapıları çıplak gözle rahatlıkla görebiliyorsunuz. Aynı coğrafyanın devamı aynı dereler aynı dağlar uzanıyor ve biz Ani’den ötesine geçemiyoruz hatta telefonlarımızı bile kapatıyoruz yurt dışı tarifesinden işlem görmesin diye. Nedendir bilmem insanın biraz içi burkuluyor Ani gibi bir tarih hazinesinden sonraki durağımız bir doğa harikası. Çıldır Gölü. Suları tatlı olduğu için kışın donan bu göl üç ay boyunca üzerinde atlı arabaların jet skilerin dolaşmasına izin verecek kadar kalın bir buz tabakasıyla kaplanıyor. Şimdi gözlerinizi kapatın ve beyaz rengi düşünün ama uçsuz bucaksız. Neredeyse gök beyaz yer beyaz. Öyle temiz öyle vahşi ve öyle masum ki Çıldır gölü insanın hiç ayrılası gelmiyor. Güzel gözlü atların çektiği kızaklı arabalarla kısacık bir göl sefası sunuyor köylüler bize sonra isterseniz salep isterseniz sıcak şarap sizleri bekliyor. Çıldır gölünden yörenin lezzetlerini tatmak üzere Kars’a dönüyoruz. Isırgan çorbası, Piti, hengel, umaç helvası bizim denediklerimiz hepsi birbirinden güzel hepsi birbirinden özel bu tatlar için bile tekrar gelmek isterim Kars’a. Yemekten sonra sıra Kars sokaklarına dalmadan bu şehrin tarihindeki en kanlı savaşlardan birinin verildiği tabyaya doğru yol alıyoruz. Buranın adı kanlı tabya. Bence Türkiye ‘nin en güzel interaktif müzelerinden bir olmaya aday bir müze haline getirilmiş. Kapıdan girdiğiniz andan itibaren sizi saran sesler, görüntüler ve yaratılan atmosfer adeta bir zaman tünelinden geçmişçesine sizi o askerlerin yanına götürüyor. Gerçekten orada olmak onlarla savaşmak ve onlarla ölmek istiyorsunuz. Donarak şehit olan askerlerimizin kar yürüyüşlerinin tasvir edildiği gölge geçişleri ve çarıklarından oluşturulan sonsuzluk yolu üzerinde yaşadığımız toprakların hangi zorluklarla kazanıldığını ve yaşamakta olduğumuz özgürlüğümüzü bizim için yitip giden canlara borçlu olduğumuzu bir kez daha vuruyor yüzümüze. Kıymet bilmeliyiz dostlar, vefalı olmalı yapılanları unutmamalı ve devletimize Cumhuriyetimize sahip çıkmalıyız bunu bizim için canlarını feda eden tüm şehitlerimize borçluyuz. Kırk yıl Rus hakimiyetinde kalmış şehir azalmakta olsa da hâlâ Rus mimarisinin izlerini taşıyan muhteşem binalarla dolu. Bir kısmı resmi kurumlarca sahiplenilmiş bir kısmı özel işletmelerce kullanım ve koruma altına alınmış binalar masal diyarından gelmiş gibiler. Bu arada Orhan Pamuk’un Kar romanında bahsi geçen binanın gerçek olduğunu ve sapasağlam ayakta olduğunu görmek sürpriz oluyor. Akşama davetli olduğumuz Kafkas gecesi Kars’ın masalsı atmosferinde aşık atışmaları, akordeon eşliğinde kar üzerinde söylenen şarkılar ve Kafkas dansçıların akıllara durgunluk veren hareketli dansları, güzel sesli sanatçıların yurdun dört bir yanından seslendirdikleri türkülerle, biz tur yolcularına masal gibi bir gece yaşatıyor.  Bu arada şu meşhur Kars kazının tadına da burada bakmak nasip oluyor. Dendiği kadar övüldüğü kadar varmış der başka şey demem.

Doğu Ekspresi; KARS

Gezimizin Erzurum durağını tamamlayıp Kars’a doğru yola çıktığımızda vakit çoktan ikindiye yaklaşmıştı. Trenimizin altı saatlik rötarı nedeniyle hava muhalefetine takıldığımız için Sarıkamış’ı Aziziye tabyalarını ve Nene Hatun’un Türbesini ne yazı ki ziyaret edemedik. Yolumuz uzun yollar çetindi. Beyaz bir çölün içinde ilerledi otobüsümüz. Yaklaşık üç saat sürecek yolculuğumuzda rehberimiz bize Malakan’ları ve Terekeme’leri anlattı. Bugüne kadar bu milletleri hiç duymamıştım.

Malakanlar Rusya’da Ortodoks Kilisesini tanımayan farklı bir Hristiyanlık inancına sahip olan bir topluluktular. Örneğin Ortodoks inancı haftada sadece iki gün süt içilmesine izin verirken Malakanlar bunu reddettiler ve her gün süt içtiler. Zaten Malakan Rusçada süt içen anlamına gelmektedir. Ayrıca akraba evliliklerini, savaşmayı reddettiler. Hristiyanlarca kutsal sayılan haça inanmadılar ve domuz eti yemediler. Böyle olunca o zamanki çarlık Rusya’sı için oldukça sivri ve tehlikeli bir topluluk oluşturmuş oldular. 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı (93 Harbi) nın ardından Kars ve çevresi Rus hakimiyetine geçince Rus hükümeti Malakanların bir kısmını Kars çevresine yerleştirdi.  Malakanlar kırk yıl sonra Kars yeniden Osmanlı egemenliğine geçtiğinde Rusya’ya dönmediler. Sevilip saygı gördükleri bu topraklarda kalmayı tercih ettiler. Çoğunlukla hayvancılık ve mandıracılıkla uğraşan Malakanların Kars Kaşarını bu topraklara hediye ettikleri bilinmektedir. Şu anda Kars mandıralarında Malakan peyniri adı altında çok lezzetli bir kaşar peyniri satılmaktadır. Kars onlar terk edip gitmiş olsalar bile onları unutmamıştır.  Cumhuriyetin ilanından sonra da durum değişmedi. Malakanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldular ancak askerlik yapmayı inançları gereğince reddedince birtakım sıkıntılar ortaya çıktı. Malakanlar inançlarına ters bir davranışta bulunmaktan ve hükümet ile ters düşmektense vatan addettikleri bu toprakları terk edip Amerika ve Kanada’ya yerleşmeye karar verdiler.  Onlardan boşalan yerlere Tekeme veya Karapapaklar olarak bilinen Azerbaycan Türkleri yerleştirildi.  Terekeme Arapçada Türkmenlere verilen isimdir. Müslüman bir toplum olan Terekemeler Malakanlar’dan boşalan köylere yerleşerek Türkiye vatandaşı oldular ve Kars nüfusuna katıldılar. Bunlara Karapapak denmesinin sebebi kara kalpaklar giydikleri içindir.

Kars tarih boyunca kaderi gereği kozmopolit bir nüfus yoğunluğuna sahip olmuş. Türkler, Kürtler, Ermeniler, Malakanlar, Terekemler, Rumlar şu anda sayabileceğimiz milletler. Bu kozmopolittik yapı Kars insanını yüz yıllar içinde insanlara karşı çok daha hoş görülü hale getirmiş. Pek çok dinin pek çok milletin yaşadığı bu topraklar böylece binlerce yıllık tarihinde pek çok medeniyete de ev sahipliği yapmış.

Pırıl pırıl bir Kars sabahına uyandığımız Pazartesi günü rehberimizden ilk önce Ani Harabelerine gideceğimizi öğrendik. Benim için çok heyecanlı bir gezi olacaktı çünkü bin yıl öncesine dayanan tarihe sahip ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Ani şehrini görmek bir ayrıcalıktı. Ani demek Ermeni sınırında sıfır noktasına gitmek demekti. Ermenistan’la Türkiye arasında sınır görevini üstlenen Arpaçay’a kadar gidecektik yani.  Ani Harabelerinin önünde otobüsümüzden indik ve Müze kartlarımızı göstererek Aslanlı kapıdan içeriye girdik. Bin yıl öncesinden günümüze uzanan surlar taşlarındaki renk farklılıkları ile bize üzerlerinden geçen medeniyetleri sıralıyorlardı adeta. En kararmış olanlar en eski olanlar en açık renk olanlar en yeni olanlardı.

961 yılında Ermeni Pakraduni Hanedanlığının başkenti olan şehirde o yıllarda neredeyse yüz bin kişi yaşıyormuş. O zamanların bir metropolü diyebiliriz Ani için. Çok önemli bir ticaret şehri olmuş tarihi boyunca. Kırk kapısının ve binlerce kilisesinin olduğu söylenen şehir bu nedenle kırk kapılı veya bin bir kiliseli şehir olarak da anılmaktadır. 2016 yılında Dünya mirası listesine kaydedilen Ani 11. Ve 12. Yüzyıla ait İslam mimarisi eserlerini de barındırmaktadır. Ani’nin bir özelliği de 1071 yılında Malazgirt savaşından önce 1065 yılında Selçuklu Sultanı Alpaslan tarafından Türk egemenliğine geçirilmiş olmasıdır ancak Alpaslan bu yörenin idaresini tıpkı Erzurum’u Saltuklu Beyliğine verdiği gibi Selçuklu kontrolünde Kürt kökenli Şeddadi beyliğine vermiştir. Yüz yıllar içinde büyük depremler ve Timur istilası ile tahrip olan şehir 1535 yılında Osmanlı İran savaşı sonrası Kars’ın bir cazibe merkezi olması nedeniyle terkedilmiştir.

Mimar Trdat tarafından 989 yılında inşa edilmeye başlanan Meryem Ana kilisesi Ani harabelerinin en görkemli yapılarındandır. Mimar Trdat bu kiliseyi inşa ederken İstanbul’da Ayasofya’nın çatısının çökmesi üzerine İstanbul’a çağrılmış gidip Ayasofya’nın çatısını tamir ettikten sonra buradaki kilisenin yapımına devam edilebilmiştir. 

Ani’de bu kadar çok medeniyet olur da efsaneler olmaz mı elbette yüzlerce var. Ancak ben bunlardan sadece bir tanesini benim en çok beğendiğim Şahmaran’ın hikayesini anlatmak istiyorum şimdi sizlere.

Zamanın birinde Ani adlı şehirde Camsap isminde bir delikanlı ile annesi yaşarlarmış. Camsap ve arkadaşları bir gün Ani surlarının yakınındaki mağaralarda dolaşırken bir delik buluyorlar. Bir de bakıyorlar ki delik ağzına kadar bal dolu. Günlerce gelip balı taşıyorlar. Kuyu derin mi derin bal çok mu çok. Fakat her şeyin bir sonu olduğu gibi balında sonu geliyor. En son kuyunun dibinde biraz kalıyor. Bu son kalan balı çıkarmak için Camsap kuyuya iniyor. Arkadaşları onun kovaya doldurduğu balı alıp Camsap’ı kuyuda unutuyorlar.  Zavallı delikanlı ne kadar bağırırsa bağırsın bir türlü sesini kimseye duyuramıyor. Çaresiz kurtulmak için etrafına bakınmaya başlıyor. Kısa zamanda bir tünel keşfediyor ve bu tünelden toprağın derinliklerine doğru ilerlemeye başlıyor. Az gidiyor uz gidiyor tünel daraldıkça daralıyor. Sonunda hem yorgunluktan hem havasızlıktan olduğu yere yığılıp kalıyor. Kendine geldiğinde etrafını yüzlerce yılanın sardığını görüp korkuyor. Fakat yılanlar ona dokunmuyorlar aralarına alıp onu sultanları Şahmaran’a götürüyorlar.  Şahmaran yüzü güzel bir kadın suretinde dev bir yılan. Camsap kendini öldürmemesi ve serbest bırakması için yalvarıyor. Şahmaran onu öldürmeyeceğini ama serbest de bırakamayacağını söylüyor. Çünkü insanlar yeryüzüne çıktıklarında mutlaka ona ihanet ederler ve yerini söyleyip ölümüne sebep olurlar bunu iyi biliyor. Zaman geçtikçe Camsap ve Şahmaran birbirlerine alışıyorlar önce arkadaş sonra da aşık oluyorlar. Böylece mutlu yıllar geçiyor. Ancak Camsap zaman geçtikçe annesini, Ani’yi ve yeryüzünü özlemeye başlıyor. Bu özlem dayanamaz olunca da Şahmaran’a yalvarıyor. Genç aşığının yalvarışlarına daha fazla direnemeyen Şahmaran, Camsap’ın yeryüzüne çıkmasına izin veriyor.

“Bir gün bana ihanet edeceksin bunu biliyorum fakat seni o kadar çok seviyorum ki burada mutsuz olmana dayanamam,” deyip yılanları eşliğinde onun gönderiyor. Annesine ve ailesine yeniden kavuşan Camsap Şahmaran’ı çok sevse de geri dönmüyor. Günlerden bir gün Ani’nin beyi hastalanıyor. Tüm dünyanın hekimleri derdine çare bulamıyorlar. Bir gün vezir bir bilgiyle geliyor beyin yanına. Yer altında yaşayan Şahmaran isimli yılanın etini yerse beyin iyileşeceğini söylüyor. İyi de Şahmaran’ı nasıl bulacaklar onun da çaresini buluyor vezir. Kim bu büyük yılanı görmüşse tenine su değdiğinde aynı yılan derisi gibi pul pul oluyor.  Bütün halk sorguya çekiliyor Camsap’ın arkadaşları buldukları bal kuyusundan ve Camsap’ın o kuyudan yıllar sonra geriye dönüşünden söz edince Vezir Camsap’ı yakalatıyor. Önce onu hamama sokup derisinin pul pul olmasını bekliyor. Şahmaran’ın yerini bildiğini anlayınca da türlü işkenceler yapıyor paralar teklif ediyor fakat Camsap bir türlü Şahmaran’ın yerini söylemiyor. En son vezir tüm ailesini hatta bebekleri bile Arpaçay yarından atmakla tehdit edince çaresiz sevdiği kadının yerini söylüyor. Kısa zamanda vezirin askerleri Şahmaran’ı yakalayıp getiriyorlar. Büyük sarayın Arpaçay’a bakan merdivenlerine yatırıyorlar. Şahmaran ihanet edenin Camsap olduğunu anlıyor onu yanına çağırıyor.

“Gördün mü bana ihanet edeceğini sana söylemiştim, bunu ailen için yaptığını görüyorum seni affettim. Şimdi sana bir sır vereceğim beni sen öldür ve sen parçala. Başımı sen ye, gövdemi beye ver ve kuyruğumu vezir yesin. Korkma sen benim her zaman tek sevdiğim olacaksın.”

Camsap yüreği parçalanarak Şahmaran ’ın son isteğini yerine getiriyor. Yılanın başını kendi yiyor gövdesini beye kuyruğunu vezire yediriyor. Bey sağlığına kavuşuyor vezir ise daha ilk ısırıkta zehirlenip ölüyor. Başı yiyen Camsap ise ölümsüzlüğe ve yeryüzündeki tüm bitkilerin sırlarına erişiyor. Anadolu’yu boydan boya gezip Şahmaran ’ın anısına şifa dağıtıyor. Tüm Anadolu onu Lokman Hekim olarak tanıyor.

Ani’de hikaye çok ama bir gerçek var ki insanı çok etkiliyor. Bir sesleniş kadar uzaklıkta Ermenistan var. Bayrağını oradaki yapıları çıplak gözle rahatlıkla görebiliyorsunuz. Aynı coğrafyanın devamı aynı dereler aynı dağlar uzanıyor ve biz Ani’den ötesine geçemiyoruz hatta telefonlarımızı bile kapatıyoruz yurt dışı tarifesinden işlem görmesin diye. Nedendir bilmem insanın biraz içi burkuluyor

Ani gibi bir tarih hazinesinden sonraki durağımız bir doğa harikası. Çıldır Gölü. Suları tatlı olduğu için kışın donan bu göl üç ay boyunca üzerinde atlı arabaların jet skilerin dolaşmasına izin verecek kadar kalın bir buz tabakasıyla kaplanıyor. Şimdi gözlerinizi kapatın ve beyaz rengi düşünün ama uçsuz bucaksız. Neredeyse gök beyaz yer beyaz. Öyle temiz öyle vahşi ve öyle masum ki Çıldır gölü insanın hiç ayrılası gelmiyor. Güzel gözlü atların çektiği kızaklı arabalarla kısacık bir göl sefası sunuyor köylüler bize sonra isterseniz salep isterseniz sıcak şarap sizleri bekliyor. Çıldır gölünden yörenin lezzetlerini tatmak üzere Kars’a dönüyoruz. Isırgan çorbası, Piti, hengel, umaç helvası bizim denediklerimiz hepsi birbirinden güzel hepsi birbirinden özel bu tatlar için bile tekrar gelmek isterim Kars’a.

Yemekten sonra sıra Kars sokaklarına dalmadan bu şehrin tarihindeki en kanlı savaşlardan birinin verildiği tabyaya doğru yol alıyoruz. Buranın adı kanlı tabya. Bence Türkiye ‘nin en güzel interaktif müzelerinden bir olmaya aday bir müze haline getirilmiş. Kapıdan girdiğiniz andan itibaren sizi saran sesler, görüntüler ve yaratılan atmosfer adeta bir zaman tünelinden geçmişçesine sizi o askerlerin yanına götürüyor. Gerçekten orada olmak onlarla savaşmak ve onlarla ölmek istiyorsunuz. Donarak şehit olan askerlerimizin kar yürüyüşlerinin tasvir edildiği gölge geçişleri ve çarıklarından oluşturulan sonsuzluk yolu üzerinde yaşadığımız toprakların hangi zorluklarla kazanıldığını ve yaşamakta olduğumuz özgürlüğümüzü bizim için yitip giden canlara borçlu olduğumuzu bir kez daha vuruyor yüzümüze. Kıymet bilmeliyiz dostlar, vefalı olmalı yapılanları unutmamalı ve devletimize Cumhuriyetimize sahip çıkmalıyız bunu bizim için canlarını feda eden tüm şehitlerimize borçluyuz.

Kırk yıl Rus hakimiyetinde kalmış şehir azalmakta olsa da hâlâ Rus mimarisinin izlerini taşıyan muhteşem binalarla dolu. Bir kısmı resmi kurumlarca sahiplenilmiş bir kısmı özel işletmelerce kullanım ve koruma altına alınmış binalar masal diyarından gelmiş gibiler. Bu arada Orhan Pamuk’un Kar romanında bahsi geçen binanın gerçek olduğunu ve sapasağlam ayakta olduğunu görmek sürpriz oluyor.

Akşama davetli olduğumuz Kafkas gecesi Kars’ın masalsı atmosferinde aşık atışmaları, akordeon eşliğinde kar üzerinde söylenen şarkılar ve Kafkas dansçıların akıllara durgunluk veren hareketli dansları, güzel sesli sanatçıların yurdun dört bir yanından seslendirdikleri türkülerle, biz tur yolcularına masal gibi bir gece yaşatıyor.  Bu arada şu meşhur Kars kazının tadına da burada bakmak nasip oluyor. Dendiği kadar övüldüğü kadar varmış der başka şey demem.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.