Coğrafya dersinde, “Ülkemizin doğusunda yer alan en büyük bölgemizdir. Dağlarla çevrili olup nüfus yoğunluğu en az olan yerleşim yerlerimizdendir,” diye anlatılır geçen hafta seyahat ettiğim Doğu Anadolu Bölgesi. Bugüne kadar Kayseri’den doğuya hiç gitmedim, merak ediyordum elbette. Erzurum’dan Elazığ’dan Tunceli’den Kars’tan pek çok arkadaşım var. Doğu Anadolu’nun güzelliğini onlardan çok dinledim ama gidip görmek nasip olmadı işte. Ta ki geçen haftaya kadar. Son yıllarda iç turizme oldukça katkı sağlayan Doğu Ekspresi ile Doğu Anadolu turları furyasına biz de katılmaya karar verdik. Trenle gidecek ve trenle döneceğiz. Başlangıçta bu beni gideceğim yerlerden daha çok heyecanlandırdı çünkü otuz saate yakın sürecek tren yolculuğu yıllardır bu eski trenlere binmeyen benim için gerçek bir macera olacak ya da ben öyle görüyorum.
Günler öncesinden hazırlıklara başladık. Soğuk bir iklime gidiyorduk ve trende pulman koltuklarda neredeyse bir buçuk gün geçirecektik. Buzda kaymayan ve içine su almayan kar botları, yün içlikler, termal giysiler, kalın soğuk geçirmez kabanlar, kazaklar, sıcak tutmak için yapılmış eldivenler, atkılar bir bir ayarlandı. Trende yemek problemi olabileceği yönünde uyarıldığımız için birer yiyecek çantası hazırladık, şu pandemi ortamında hijyen problemi yaşayabileceğimizi düşünerek pratik dezenfektanlar, ıslak mendiller tek tek girdi el ve sırt çantalarına. Burada bir tavsiyede bulunmak istiyorum ne kadar az perakende eşyanız olursa yolculuk sırasında o kadar rahat ediyorsunuz benden hatırlatması. Son olarak müze kartlarımızı temin ettik ve yolculuğa hazır hale geldik. Tur Şirketimiz sevgili Tur Keyfim ’in yetkilileri bütün biletlerimizin, otel rezervasyonlarımızın yapıldığını an be an kurdukları WhatsApp grubundan haber vererek endişeye yer bırakmadılar.
28 Ocak 2022 Cuma günü Eskişehir garından Ankara’ya gitmek üzere hızlı trene bindiğimizde yolculuğumuzun ilk etabı başlamış oldu. Tur arkadaşlarımızla ilk defa burada karşılaştık ve tanıştık. Doğrusu biz on dört kişilik kalabalık bir gruptuk öyle ki yarımız yer kalmadığı için aynı tarihlerde ve aynı program ile başka bir tur şirketiyle katılıyordu seyahate.
Anlatımıma, Hızlı tren ve Ankara’nın yeni gar binasında geçirdiğimiz üç dört saati atlayarak doğrudan tarihi Ankara Garı ile devam etmek istiyorum müsaadenizle.
Biz, benim çok sevdiğim bu tarihi yapıya geldiğimizde Doğu Ekspresi’nin tur şirketleri vasıtasıyla yola çıkacak yolcuları ile diğer yolcuları çoktan peronu doldurmuşlardı. Tur yolcuları valizlerinin çokluğundan ve heyecanlı hallerinden hemen ayrılıyorlardı diğerlerinden. Ankara’nın o gün ki güneşli havasına pek uymayan kürklü şapka ve berelerle donanmış, “Kutup,” yolcuları trenin önünde poz vermekten neredeyse binmeyi unutacaklar. Buna bizim grup da dahil elbette. Trenin düdüğünün çalması ile bir telaş hepimiz vagonlara doluştuk. İşte nihayet içerideyiz. Çocukluğumdan beri binmediğim tren o zamandan hatıramda kalan kokularla karşılamadı beni maalesef. Mazot kokusuna karışan yemek kokuları yok artık. Değişmeyen tek şey insanların telaşı.
Bir yol hikayesi yazmak istesem mekanı buradan başlatırdım diye düşündüm pencereden bakarken. Sallanan kollar, uğurlanan sevilenler, ayrılıklar ve umuda uzanan yürekler hepsi buradaydı. Kimi görevine ulaşmak için kimi sevdiklerine varmak için kimi de umutlarına umut katmak için biniyor trene. Belki bir sevgili şu ağlayarak el sallayan, belki dağlanmış bir ana yüreği oğlunu asker ocağına yollayan, belki görev aşkı onu bu uzağa en uzağa gönderen kimbilir belki bir bekleyeni var karlı dağlarda. Geçim sıkıntısıdır belki ya da sevdanın çağrısıdır kim bilebilir. Bilinen bu demirden taşıt insanları taşır yıllardır ülkenin batısından doğusuna ve bilmez ki yaptığı aslında yürekleri taşımaktır. Bilmez ki yürek en ağır yüktür aslında taşınan. Bizimse görmekti umudumuz, bilmekti şimdiye kadar bilmediklerimizi. Dostlar vardı oralarda belki bugüne kadar tanımadığımız ya da kimbilir sevgiyle doldurup kalbimizi hiç olmadığımız kadar zenginleşmekti umudumuz. Gidiyorduk işte elli dört istasyon ve yüzlerce kilometre. Geceye, karlara ve soğuğa inat buluşmaktı dileğimiz görmediğimiz ama var olduğunu bildiğimiz uzaklara.
Yer bulma ve yerleşme kargaşası atlatılınca çoktan kalkmış olan trenin Ankara’dan uzaklaşmakta olduğunu gördük. Burası neresi soruları arasında Kayaş’tan, hava kararmaya yüz tutarken ise Elmadağ’dan geçtik. Gün aydınlanırken Sivas’ta olacağımız fısıltısı dolaştı etrafta.
Trende giymek üzere ayağımıza terlik getirmemiz söylenmişti sanırım bütün tur yolcuları bu tavsiyeyi dikkate almış olmalı ki kısa sürede hepimiz kar botlarımızdan kurtulup terliklerimizi giydik ve restoran vagonunun yolunu tuttuk. Tren dışarıdaki soğuğa rağmen oldukça sıcak. Bir müddet sonra çıkınımızda getirdiğimiz yiyecekleri açmış tren çalışanlarının engin hoşgörüleri ve bıkmadan yaptıkları çay servisleri eşliğinde ilk yemeğimizi yedik. Gecenin koyu karanlığı bizlere sadece istasyonlara yaklaştığımızda ya da yerleşim yerlerinden geçtiğimizde dışarısını görme imkanı verdiğinden, “Burası Yenifakılı’ymış,” ya da “Bakın bakın Kırıkkale’den geçiyoruz,” gibi meraklı seslenmeler dışında koyu bir sohbet vardı tur yolcuları arasında. Gençler yanlarında getirdikleri çeşitli kutu oyunlarını kahkahalar içinde oynarken zaman zaman onların neşesine bizlerde katıldık. Kimi önceden tanışan kimi henüz orada tanışmış tren yolcuları aramızda samimi ve keyifli sohbetler ederek neşemizden hiç ödün vermeyerek ve başladığımız yolculuğun heyecanını bir an bile azaltmayarak bolca içilen çayların eşliğinde gece yarısı Kayseri’ye ulaştık. Gece yarısı restoran vagonu kapandığından hepimiz istemesek de kendi vagonlarımıza çekildik. Bu saatten sonra ortalık biraz sessizleşti. Kimi çoktan uyudu koltuğunda, kimi benim gibi kitaba daldı, kimi kulaklıkları müziğe açılmış gözlerini karanlığa dikip kendi dünyasına çekildi. Trenin takırtıları, durulan her istasyonda inen binen yolcular kondüktörlerin sesleri o güne kadar yabancısı olduğumuz farklı metal bir dünyanın kapılarını aralıyordu. Keyfimiz yerindeydi tek sıkıntımız zaman zaman akmayan sular ve gittikçe kirlenen tuvaletler. Anlamadığım, her şey yolunda gittiğinde yani hiç rötar yapmadığımızda (ki; Bu pek görülmüş şey değil sanırım çünkü bahsedilmiyor) yirmi üç saat sürecek bir yolculuk için TCDD niye tuvaletleri temizleme gereği duymaz. Tamam anlıyorum insanlarımız hijyen konusunda yeteri kadar duyarlı değiller ama özellikle bu pandemi ortasında tren tuvaletleri neden temizlenmez bir türlü aklım almıyor. Eleman yetersizliği denilecekse eğer bunun gerçek olmadığını gözlerimizle gördük. Hiç temizlenmedi dersem haksızlık yapmış olurum bizim uyarılarımız hatta ısrarlı uyarılarımız hatta ısrarlı ısrarlı uyarılarımız sonrası bir ikisi temizleniyor fakat bir iki saat içinde yeniden eski hallerine dönüyorlardı. Bunu da TCDD’ye bir sitem ve şikayet olarak buraya koyayım.
Her neyse, gece yarısı Kayseri’ye sabaha karşı ise Sivas’a ulaştık. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte vagonumuzda kıpırdanmalar başladı. Karlı dağları görmek Sivas’ı tren penceresinin arkasından bile olsa seyretmek çok keyifliydi. Sonra bir yerlerde durduk. Arıza olduğu söylendi uzunca bir bekleyişin ardından yeniden hareket ettik ama bu duruş bizi bundan sonraki bütün istasyonlarda bekleme mecburiyetinde bıraktı. Erzincan’ a ulaştığımızda hepimiz saatler sonra karaya ayak basmanın heyecanıyla indik trenden ve yirmi dakikalık duraklamayı çocuklar gibi eğlenip Erzincan’ın karlı havasını soluyarak ve olmazsa olmaz fotoğraflar çekerek geçirdik. Son durağımız Erzurum’a ise akşam yedi gibi ulaşabildik. Trenimiz varış noktasına altı saatlik bir rötarla ulaşabilmişti. Otelimize geldiğimizde düşündüğüm tek şey yolculuğumuzun Eskişehir’den itibaren yirmi sekiz saat sürmüş olduğuydu. Beni Erzurum’un soğuğu şaşırtmadı, beni evimden ne kadar uzağa geldiğim şaşırttı. Belki uçakla gelseydim Erzurum’un benim yaşadığım yerden bu kadar uzak olduğunu anlayamazdım fakat şimdi biliyorum.
Soğuğa, kara ve buza gelince evet gerçekten soğuk. Her yer bembeyaz ve çatılardan buzlar sarkıtlar halinde sarkıyorlar. Eskiden Kütahya’da da sarkardı buzlar. Annem okula giderken, “Saçakların altından yürüme,” diye tembih ederdi. Sanki çocukluğumun Kütahya’sına gelmiş gibi hissettim.